EMPERYALİST SAVAŞ, TALAN VE YOKSULLUK ARTIYOR
EZİLENLERİN ÖFKESİ BÜYÜYOR!
ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ve Çin-Rusya emperyalist blokları arasındaki rekabet, hegemonya mücadelesi tüm şiddetiyle devam ediyor. Elbette ki bu bloklardaki tek tek emperyalistlerin de ayrıca iç rekabetleri çelişki ve çatışmaları, bloklar arasındaki rekabet tablosu içinde önemli bir yer tutuyor. Kapitalist rekabetin araçları ve görünümleri, biçimleri ve düzeyleri değişse de esası hiç değişmemektedir: Ucuz iş gücü arayışı, hammadde kaynakları ve bunların kapitalist üretime dahil edilmesi için hareket güzergahının denetim altına alınması rekabetin özünü oluşturmaktadır. Bu rekabet, belli bir ‘an’da politik bir zorla, savaşlarla yeniden “rayına” oturtulur. Temmuz ayında yapılan NATO zirvesinin kararları da bu bakımdan bazı veriler barındırıyor. Zirvede üye ülkelerin silahlanmaya ayırdığı payı artırması, Rusya-Çin-İran blokunu parçalamaya yönelik planlamalar, Ukrayna’ya yönelik desteğin arttırılması ve kalıcı hale getirilmesi başlıkları öne çıktı. NATO zirvesi, emperyalistler arası ilişkilerde işgal, askeri ekonomik saldırganlık ve savaş politikalarının baskın olacağı verisini bir kez daha sundu.
Bu veriler aynı zamanda; emperyalist bloklar arasında süren rekabet ve hegemonya mücadelesinin tüm şiddetiyle devam edeceğini söylüyor. ABD ve Çin arasında patlak veren “ticaret savaşı” bu rekabetin en belirgin örneği. ABD’nin Çin’e karşı uyguladığı gümrük tarifeleri ve Çin’in “küresel serbest rekabet” stratejisi arasındaki çatışma, emperyalist küreselleşmenin açmazları olarak açığa çıkıyor. Elbette ki bu bloklardaki tek tek emperyalistlerin de ayrıca iç rekabetleri, çelişki ve çatışmaları, bloklar arasındaki rekabet tablosu içinde önemli bir yer tutuyor.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün nisan ayında açıkladığı rapor; dünya çapında askeri harcamaların 2,4 trilyon dolar ile tarihinde görülmemiş rekor düzeye geldiğini gösteriyor. Buna göre, ABD yüzde 37, Çin yüzde 12, Rusya ise yüzde 4.5’lik bütçeyi savaş harcamalarına ayırmaktadır. 2023’te NATO üyesi ülkelerin askeri harcamaları 1,3 trilyon dolara ulaşarak dünya çapındaki harcamaların yüzde 55’ine denk düşüyor.
Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius, Almanya’nın “savaşma yeteneğini ve becerisini” geliştirmesi gerektiğini belirterek, sosyal harcamaların üç yıl dondurulacağını, silahlanma harcamaları için oluşturulan 100 milyar Euro’luk özel fonun, şirketlerin yeniden yapılanması için kullanılacağını söyledi. Yaklaşık bir ay önce NATO, Almanya’nın askeri harcamalarının 90,6 milyar dolara ulaştığını duyurdu. Böylelikle Almanya, silahlanmaya en fazla bütçe ayıran 4. ülke oldu. Fransa, ilk kez Rusya’nın önüne geçerek dünyanın en büyük ikinci silah ihracatçısı oldu. Avrupa kapitalist devletlerinin Ukrayna’ya silah ithalatı savaş nedeniyle yüzde 94 oranında artış gösterdi.
Emperyalist ABD ise bir yandan içeride kıyasıya bir ‘seçim mücadelesi’ yaşarken bir yandan Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşı kızıştırıp Hint-Pasifik hattında Çin’i kuşatmayı sürdürüyor; Ortadoğu ve dünya halklarına savaşı dayatıyor, Küba’da kontrgerilla planlarıyla, Venezüella’da darbe girişimleriyle mevcut yönetimleri yıkmak için her yola başvuruyor.
Emperyalistler arası hegemonya mücadelesi, bölgesel işgal ve savaşlarla “yeni” bir sürece evriliyor. Yaşanmakta olan ekonomik-siyasal kriz, ekolojik-toplumsal yıkım, kadın bedeni üzerinde süren gerici baskı ve saldırılar, kazanımların gaspıyla varoluşsal kriz içerisindeki kapitalist sistemin sorunları büyümektedir. Rusya-Ukrayna arasında süren emperyalist savaş; İsrail siyonizminin Gazze’de yürüttüğü soykırım; Asya Pasifik’te yaşanan militarist tırmanış ve gerilim; Ortadoğu, Balkanlar, Doğu Akdeniz, Afrika sahasında karşılıklı yapılan hamleler vb. ile yaşanmakta olan emperyalist güçlerin hegemonya mücadeleleri; işgal, savaş, soykırım saldırıları; ezilenlerin üzerine karabasan gibi çökmeye devam ediyor. Bu karabasanı parçalayıp dağıtacak olansa dünya emekçi halklarının, kadınların emperyalist/gerici savaş karşıtı mücadeleyi yükseltmesi; savaşı, yok oluşu, açlığı, yoksulluğu dayatan kapitalist sistemin karşına sosyalizmin bayrağını yükselterek dikilmesidir.
IRKÇILIK, FAŞİZM VE KADIN DÜŞMANLIĞI
Emperyalizmin merkezlerinde, ırkçı-faşist saldırılar ve kadın düşmanlığı politik bir saldırı olarak yürütülüyor. Göçmen karşıtlığı köpürtülürken ezilen halklar, kadınlar hedef alınmaya devam ediyor. Emperyalist küreselleşmenin yapısal sorunlarının sonucu olan, Avrupa halkları içinde derinleşen yoksulluk, yoksunluk ve giderek ağırlaşan yaşam koşullarının sorumlusu olarak göçmen ve mültecileri gösteren siyasi iktidarlar, gelişen faşist saldırılardan doğrudan sorumludur. İngiltere örneğinde olduğu gibi göçmen düşmanlığı, ırkçı-faşist saldırılarla sokaklara taşındı ve 3 çocuk katledildi. Avrupa Parlamentosu’nda ırkçı-faşist partilerin oluşturduğu “Vatansever Manifesto” isimli yeni ittifak; göçmen karşıtlığını, ırkçılığı, faşizmi
Avrupa toplumları nezdinde meşrulaştırmaya çalışıyor.
Tüm bunları, emperyalistlerin kapsamlı bir dünya savaşı hazırlığı olarak değerlendirmek gerekir. Yaşananlar, Avrupa halklarını ırkçı, faşist ideoloji etrafında burjuvazi saflarında taraflaştırma politikasının bir parçasıdır. Göçmen ve Müslüman düşmanlığı üzerinden yapılan bu faşist saldırılar, anti emperyalist, anti kapitalist görevler kadar anti faşist görevlere de işaret ediyor. Yanı sıra göçmenler içinde politik faaliyetin özsavunma temelli yürütülmesi de yakın dönemin acil ve öncelikli görevleri arasında yer almak zorundadır.
Emperyalist güçler arası hegemonya krizi söz konusu olduğunda Ortadoğu, bunun derinleştiği en önemli alanlardan biri oldu. Bölgesel bir güç olma peşinde koşan Türkiye gibi ülkelerin, oyun alanını genişletme çabasını sürdürdüğü görüldü. Faşist Türk devleti, bir yandan tarihsel ve güncel yayılmacı planlarını uygulamak için ittifaklar kurmaya çabalarken, diğer yandan egemenliğini güçlendirmek adına emperyalistler arası çelişkilerden de yararlanmaya çalıştı. Türkiye’nin Irak merkezi hükümeti ile girdiği ‘Kalkınma Yolu Projesi’ne bu temelde bakmak gerekmektedir. Basra Körfezi’ndeki El Fav Limanı’ndan Türkiye’nin Ovaköy kapısına kadar inşa edilecek kara ve demiryolunu kapsayan bu proje, Avrupa’yı Doğu Asya ve Hindistan’a bağlama noktasında jeostratejik bir öneme sahip. Aynı zamanda Çin’in ‘Kuşak ve Yol Projesi’yle de uyumlu. Gerek Çin’in 2019 yılında başlattığı ‘Kuşak Yol Projesi’ gerekse de Türkiye’nin geliştirdiği ‘Kalkınma Yolu Projesi’nin kesiştiği kavşak Ortadoğu’dur. Faşist Türk devleti, bu kavşağa güçlü biçimde yerleşmek, emperyalistler arasındaki rekabet savaşlarından yararlanarak bunu sınırlarını genişletmenin imkanına dönüştürmek istiyor. Nitekim, Irak’la yapılan anlaşma, Suriye ile görüşme hazırlıkları böylesi bir arka plana da sahiptir.
EZİLENLER CEPHESİNDE MÜCADELE DİNAMİĞİ BÜYÜYOR
Kapitalist emperyalizmin tüm emekçi halklara yönelik neoliberal saldırı programları, buna koşut olarak (özgürlük yoksunluğunu derinleştiren) baskı ve zor politikaları, kadın emeği ve bedeninin sömürüsü üzerinden geliştirilen cinsiyetçi saldırılar, tüm dünyada yeni isyanları tetikliyor. Kenya’da haziran sonunda vergi/finans yasasına karşı başlayan tepkiler, hükümet karşıtı protestolara, ayaklanmaya dönüştü. Hemen hemen her şehirde yapılan eylemlere yüz binlerce kişi katıldı. Sokağa taşan milyonların öfkesine kadınların öncülük yaptığının altını kalınca çizelim. Zira mevcut hükümet döneminde kadınlara verilen sözler yerine getirilmediği gibi derinleşen yoksulluk en çok da kadınların yaşamını etkiledi. Tüm bunlarla birlikte ayrıcalıklı sınıfın aşırı ve lüks tüketimi, mevcut öfkeyi daha fazla alevlendirdi, halk isyanını açığa çıkardı. Ancak, eylemlerde ideolojik-siyasal-örgütsel önderlik yoksunluğu, hareketin kendiliğindenci yapısı ve devrim hedefine bağlanmaması, onun zayıf karnını oluşturdu.
Yoksul Afrika’nın bir parçası olan Kenya’da bunlar yaşanırken Güney Asya ülkesi Bangladeş’te de öğrencilerin öncülüğünde, liyakatsizliğe karşı protestolar gelişti. Ve hızlıca politikleşip kitleselleşen eylemlere dönüştü. Sokağa taşan öfkeyi, kota sorunu tetiklemiş olsa da kitle öfkesinin esası, ülkedeki ekonomik kriz, yoksulluk ve yolsuzluklara dayalıydı. Bu nedenle paramiliter güçlerin saldırıları sonucunda yüzlerce kişinin katledilmesine, bir o kadarının yaralanmasına rağmen kitleler ne taleplerinden vazgeçti ne sokaktan çekildi. Gelişen süreç başbakanın istifası ve ülkeden kaçışı ile sonuçlandı. Bangladeş halkı, diktatörün devrilmesiyle yetinmeyeceklerini ‘demokratik halk hükümeti’ kurulana kadar mücadeleyi sürdüreceklerini beyan ederek yeni ayaklanmaların da işaretini vermiş oldu.
Emperyalist kapitalizmin çıkar ve çatışmaları, emperyalizmin küresel politikaları sonucu, dünyanın farklı kıtalarında, coğrafyalarında, yeni halk isyanlarının patlaması ihtimali her zamankinden daha güçlü.
Halk ayaklanmalarının, isyanların devrime dönüşemeden şiddetle bastırılmasını engellemek en temelde politik bir örgütlenme ve politik önderlik ihtiyacına işaret ediyor. Tarihin öğrettiği gibi, bu tarz kendiliğinden eylemler; ya örgütlü gerici güçler tarafından ele geçirilerek sönümleniyor ve kaosla son buluyor ya da devrimci perspektifin güçlü olduğu durumlarda ise devrimci değişimlerle sonuçlanıyor. Bu da ezilen halkların, dünya işçi sınıfının, kadınların birleşik mücadelesini büyütmek için; bölgesel, enternasyonal mücadele araçlarını, örgütlenmelerini, oluşturulmalarının önemine işaret ediyor. İçinde yaşadığımız dünya; emperyalizmin, patriyarkal kapitalist sistemin kadına dönük emek ve beden politikası; kadın hareketi ve bileşenlerinin politika belirlerken ve mücadele çizgisini oluştururken mevcut tüm sınırlara hücum etmesini de zorunlu kılmaktadır.
EGEMEN SINIF ÇIKAR SAVAŞLARI VE ORTADOĞU’DA EZİLENLERİ BEKLEYEN SONUÇLAR
7 Ekim’de Filistin direniş örgütlerinin başlattığı El Aksa Tufanı sonrası Siyonist İsrail’in Filistin halkına dönük soykırım saldırısı tüm dünyanın gözleri önünde sürüyor. Gazze yerle bir edildi. İşgal devleti daha önce güvenli! olarak atfettiği Filistin’in güneyi ve Mısır sınırındaki bölgelere saldırılarını yoğunlaştırdı. Okullara, hastanelere dönük saldırıları ise kesintisiz bir şekilde sürüyor. Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te çok sayıda kadın, çocuk, erkek tutsak alındı. İşgal devletinin hapishanelerinde sistematik işkence politikası sürüyor. Öyle ki İsrail, Filistinli bir tutsağa toplu tecavüz eden işgal askerlerine, ‘onlar işini yapıyor’ diyerek erkek egemen kapitalist sistemin alçaklığını bir kere daha gösteriyor. Siyonist işgal devleti İsrail, her geçen gün savaş suçu işlemeyi sürdürüyor. Emperyalist ABD ise savaş suçlusu Netanyahu’yu kongreye davet edip 3 saat boyunca alkışlatarak soykırım savaşında suç ortaklığını bir kez daha teyit etmiş oldu. Katledilen Filistinli çocukların, kadınların kanları katil Netanyahu kadar Biden’in ellerindedir.
Bu soykırımcı savaş yeni boyutlar kazanarak sürüyor. Siyonist İsrail, Lübnan ve İran’ın başkentlerini iki suikastla vurdu. Çok özel hedeflenmiş bu suikastlar, kendisini “direniş ekseni” olarak nitelendiren devlet ve güçlere karşı yeni bir meydan okuma anlamına geliyor. Filistin-İsrail savaşı gibi görünen savaş aslında bölgesel bir savaş olarak gelişip somutlanıyor. Ve her savaşta olduğu gibi savaşın yıkımını, acısını, bedeninde, ruhunda ve gelecek yaşamında taşıyacak olan halklar, kadınlar, çocuklar, bakıma muhtaç insanlar olacaktır. Bölgeselleşen savaş gerçeğine uygun olarak halklarımızı, kadınları, Filistin ve Kürdistan halklarının ulusal özgürlük mücadele ve talepleri doğrultusunda devrimci bir politik saflaşma güzergahına çekme göreviyle karşı karşıyayız. Yanı sıra, faşist AKP/MHP hükümetinin halklarımızı emperyalizm ve siyonizme yedekleyen politikasını politik ajitasyon ve eylemin konusu haline getirebilmek güncel görevlerden biridir. Kimsenin emperyalist kapitalist güçlerin kirli çıkarları uğruna halklarımızın özgürlük özlemleri ve değerlerini kirletmelerine asla izin verilmemeli. Kadınların Birleşik Devrim Hareketi olarak, bu temelde bir adım daha öne çıkarak görev üstlenmeliyiz.
Bu dönemde Filistin direniş cephesinden Hamas-El Fetih görüşmesi gerçekleşti ve ulusal birlik sağlanması için Çin arabuluculuğunda resmi bir anlaşmaya gidildi. Bu hamle Filistin ulusal davası için önemli bir hamle. Öte yandan bu hamle aynı zamanda Çin’in, Filistin ulusal mücadelesine böylesi bir dahiliyeti ile Ortadoğu’da pozisyon alması, konumlanması anlamına da gelmektedir. Emperyalistler arası hegemonya mücadelesi söz konusu olduğunda Çin’in bu hamlesi, geçen yıl Suudlar ve İran arasında arabuluculukla başlattığı hamlesini güçlendirmeye hizmet eden, Ortadoğu’da Amerikan emperyalizmi karşısında ekonomide olduğu kadar siyasette de bir yer edinme arayışının sonucu olarak bir anlam taşıyor.
İran Cumhurbaşkanı’nın uçağının düşmesi ya da düşürülmesi ise dönem içinde en çok gündem olan konulardan biri oldu. Çokça senaryo tartışıldı. Çoğu durumda oklar İsrail’i göstermekle birlikte, gelişmeler diğer yandan İran’da egemen sınıflar arasında çelişki, çatışkılar bakımından da soru işaretleri açığa çıkardı. İran rejimi, İsrail tarafından bir yandan doğrudan savaşa çekilmeye çalışılırken, molla rejimi iç politikada tüm zorbalıklarıyla toplumu yönetmeye çalışıyor. 2022 yılında açığa çıkan kadınların öncülük ettiği ayaklanmanın intikamını almak için devrimcilere, yurtseverlere, emekçilere, rejimin cenderesine itiraz eden kadınlara dönük baskılarını, zulmünü sürdürüyor. Tutuklamalar, tutsaklara verilen ağır cezalar hız kesmezken idam kararlarını uygulayarak, toplumu korkuyla yönetmek kadar, toplumu öncüsüz bırakmayı amaçlıyor. Tüm bu baskılara rağmen mücadele ve direniş, çeşitli biçimlerde sürüyor. Yeni bir ayaklanmanın imkanları birikiyor. Zindanlarda politik tutsakların direnişteki kararlılığı, politik tutsakların dışındaki tutukluları da kapsayarak sürüyor.
Emperyalistler arası hegemonya, çıkar savaşlarının sonucu olarak kan deryasına dönen Ortadoğu’da kadınlar; savaşların ağır yıkımını, acılarını, ruhsal, bedensel olarak yaşamaya devam ediyor. Bir yandan da gerici, faşist, sömürgeci erkek egemen sistemlerin cinsiyetçi politikalarının sonuçlarını, yaşamlarında yoksullukla, beden ve emek sömürüsüyle, artan erkek şiddetiyle katmerlenmiş olarak yaşıyorlar.
Buna rağmen kadınlar Afganistan’da gerici Taliban rejimine, Filistin’de Siyonist İsrail’e, Irak’ta gerici erkek egemen sisteme, Rojhilat’da, İran’da molla rejimine karşı direnişi, mücadeleyi, savaşı her türlü araç ve biçimle sürdürüyor, geri adım atmıyor. Rojava Kadın Devrimimiz, işgal saldırılarına, özel savaş politikalarına rağmen ayakta durmaya devam ediyor. Ortadoğu çölünün ortasında bir vaha gibi büyüyen devrimimiz 12. yılını kutlarken bölge kadınları başta olmak üzere tüm dünya ezilen kadınlarına umut olmaya devem ediyor. Rojava Devrimi’nin kadın kazanımlarını büyütmek, geliştirmek her şeyden öte bölge ve dünya kadın hareketinin birleşik mücadelesini yükseltmekle mümkün olacaktır.
Faşist molla rejiminin zindanlarındaki her türlü baskıya, idamlara, cinsel işkence saldırılarına rağmen kadın tutsaklar direniyor. Pexşan Ezîzî ve Werîşe Muradî’nin mektuplarına yansıyan direniş ve yaşam ilişkisi mücadeleci kadınlara güç vermeye devam ediyor.
“Şerîfe Muhamedî, ben ve idam sırasında bekleyen diğer kadınlar, sadece özgür ve onurlu bir yaşam arayışı nedeniyle mahkûm edilen ilk ve son kadınlar değiliz ve olmayacağız. Ancak can verilmeden özgürlük de gerçekleşmez. Özgürlüğün bedeli ağırdır. Suçumuz Jin, Jîyan, Azadî’yi birleştirmektir.” Hakkında idam kararı verilen yurtsever devrimci kadın Pexşan
Ezîzî’nin bu sözleri, bugün eşitlik ve özgürlük mücadelemize ışık tutuyor.
İMHA, TASFİYE SAVAŞINI; İRADE, SAVAŞ GÜCÜ VE KARARLILIKLA AŞACAĞIZ
Faşist Türk devletinin, Medya Savunma Alanları’na dönük, Pençe-Kilit adını verdiği işgal saldırısı devam ediyor. İşgal savaşı, Zap, Metîna, Xakurkê’yi de kapsayacak biçimde ilerliyor. Plan, KDP’nin iş birliği, Irak Merkezi Hükümetinin desteği ve ABD emperyalizminin onayı dahiliyetinde yürütülüyor. Bu işgal planıyla, Kürdistan parçaları arasında bağlantıları koparmak, büyük bedellerle kazanılmış Maxmur ve Şengal gibi Kürt halkının kazanımı olan otonom alanların tasfiyesi, Güney Kürdistan’daki işgalin ilhaka çevrilmesi hedefleniyor.
Faşist Türk devleti, NATO’nun ikinci ordusuna sahip olmasına rağmen gerillanın savaş gücü karşısında zorlanıyor. Yaşadığı bu zorlanmalar nedeniyledir ki işbirlikçi KDP’nin lojistik, istihbarat ve askeri imkân ve olanaklarıyla, savaş sahasında yer alıyor. İşgalci Türk devleti, Güney Kürdistan’da 2015 yılından itibaren tasfiye savaşı sürdürüyor. Garê savaşından itibaren de KDP etkin bir pozisyon alıyor. KDP işbirlikçiliğiyle Güney Kürdistan’da işgali kalıcılaştırıp ilhaka yöneliyor.
AKP/MHP faşist iktidarı, ‘yeni Osmanlıcılık’ politikasına bağlı olarak başta Musul ve Kerkük olmak üzere, Ortadoğu’da yayılmacı ve işgalci bir politika izliyor. Bu doğrultuda sürtünmeler yaşadığında, yer yer emperyalist güçlerin ajandasına uymayan hamleleri blokajla karşılaştığında, yaşadığı krizin yarattığı sıkışmışlıkla geri adım atmak zorunda kalsa da faşist Türk devleti yayılmacı çizgisinden vazgeçmemektedir.
Bununla birlikte, faşist Türk devleti her yönüyle sıkışmış bir pozisyondadır. Esad rejimiyle, Irak merkezi hükümetiyle diyaloğu geliştirme çabası da Erdoğan’ın KDP’nin ayağına kadar gitmesi de bu sıkışmışlığın bir sonucudur. Faşist Türk devleti, işgal ve tasfiyenin başarısı için her şeyini ortaya koymuş durumda. Çünkü Medya Savunma Alanları’nda Kürt özgürlük gerillası karşısında yenilmesi faşist iktidarın ve devletin beka sorunu olacaktır.
İşgal savaşı sadece Medya Savunma Alanları ile sınırlı değil. Rojava Kadın Devrimini tasfiye amaçlı kapsamlı işgal saldırıları da sürüyor. Devrimi tasfiye saldırısı salt askeri boyutla da sınırlı değil. Devrimi ideolojik olarak kuşatarak, kadın özgürlükçü kazanımların içinin boşaltılması hedefleniyor. Bunun için de her türlü kirli politika devreye konuluyor. Tüm bunlarla birlikte devrimi inşa mücadelesi de ara verilmeden ilerliyor. Rojava Devrimi, 12. yılında, başta Ortadoğu kadınları olmak üzere tüm dünya kadınlarına kadın özgürlükçü eşitlikçi bir yaşamın mümkün olduğunu gösteriyor.
KAPİTALİZMİN ÇOKLU KRİZİ YENİ İSYANLARI BİRİKTİRİYOR
Tasfiye planı sadece gerillayla sınırlı yürümüyor. Faşist AKP/MHP hükümetinin yerel seçimlere yansıyan toplumsal destek kaybı, Kürt özgürlük mücadele dinamiği, ezilen emekçi halkların, kadınların, işçi sınıfının yok edilemeyen mücadelesi, ekonomik kriz, devrimci hareketin tüm zayıflamasına, güç kaybına rağmen mücadele ısrarı… Türkiye’nin krizini derinleştiriyor. Yaşanan sadece AKP/MHP hükümet krizi değil, burjuva devletin de krizidir. Bu nedenle erkek egemen faşist devlet bekasını tehlikede görmekte.
Bu nedenle kadın özgürlük ve eşitlik mücadelesinin kazanımı olan eşbaşkanlık sistemini hedefleyen saldırıları sürdürüyor. Faşizmin saldırılarına karşı direnenlerin mücadeleleri de sürüyor. Yerel seçimlerin ardından Kürdistan belediyelerine dönük yeni kayyım saldırıları ve irade gaspına karşı yükseltilen direniş hattı fiili yürüyüşler, oturma ve adalet nöbetleriyle sürüyor. Dayatılan irade gaspına karşı Kürt halkının ortaya koyduğu tepki; faşist inkarcı politika karşısında demokratik haklarını, ulusal değerlerini, kazanımlarını koruma ısrarına Türkiye halklarının birleşik mücadele zemininde omuz vermesi önemliydi. Şimdi de Kürdistan ve Türkiye kentlerinde halay çeken, Kürtçe konuşanlara yönelik gözaltı ve tutuklama saldırılarına karşı bu birleşik mücadele hattı büyütülmelidir. Bu saldırılar, toplumu faşist devlet terörüyle yönetme, sindirme amacı kadar, inkarcı, asimilasyoncu devletin kodları üzerinden hem toplumsal kutuplaştırmaya, hem de Kürt halkının ulusal değerlerini yok etmeye dönüktür. Ve mutlaka işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen halkların, kadınların birleşik mücadelesiyle püskürtülmelidir.
Kürdistan’da süren kirli savaşın bedeli, Türkiye emekçilerine, işçilere, kadınlara ödetiliyor. Fahiş fiyatlar ve ard arda yapılan zamlarla en temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamaz hale getirilen emekçilere, açlık sınırında bir yaşam dayatılıyor. Açlık büyüyor, yoksulluk derinleşiyor. Öğretmenlik Meslek Kanunu ile eğitim emekçileri içinde ‘kariyer’ uygulamasıyla ayrışma yaratılarak, toplumsal mücadelenin canlı dinamiklerinden biri olan eğitim emekçileri içindeki sınıf dayanışma bilinci, birleşik mücadele ruhu yok edilmek isteniyor. Türkiye ucuz iş gücü cenneti olduğu kadar her türlü iş güvencesi yoksunluğu nedeniyle en çok iş cinayetinin yaşandığı ülkeler sıralamasında ilk sıralarda yer alıyor. 15 yaşındaki mevsimlik tarım işçisinden, 75 yaşında emekli olup çalışan emekçiye kadar geniş bir nüfus derinleşen yoksullaştırma politikası, ekonomik kriz nedeniyle ölene kadar çalışma zorunluluğu gerçeğiyle karşı karşıya. Toplum açlıkla, yoksullukla terbiye ediliyor. Buna rağmen ekonomide yıl sonunda daha fazla oluşacak ağır tablo ve giderek derinleşen yoksullaştırma politikalarına karşı, emekçi, yoksul kitlelerde iktidara karşı öfke birikiyor, isyan dinamikleri her geçen gün büyüyor.
Saldırı dalgası sadece ekonomik alanda gelişmiyor. Faşist AKP/MHP iktidarının; toplumsal yaşama, yaşam biçimine dönük saldırıları da sürüyor. Kazanılmış alanların, mevzilerin gaspına dönük hamlelerine hız kesmeksizin devam ediyor.
Irkçı-faşist-cinsiyetçi-işçi ve emekçi düşmanı iktidar ipleri azıya almış saldırılarını tüm toplumsal kesimlere yöneltmiş durumda. Kriz derinleştikçe saldırılar artıyor, saldırılar arttıkça kadınların, halkların, emekçilerin, ekolojistlerin direnişi de her alanda sürüyor. Yeni dinamikler mücadele sahasına dahil oluyor.
Hayvan haklarına karşı katliam yasası gündem başlıklarından biriydi. Farklı toplumsal kesimler ve politik çevreleri birleştiren bir yerde durdu. Faşist iktidar, çıkardığı yasada ötenazi kelimesiyle, sokak hayvanları yerine, sokak köpekleri diyerek, sosyal medya üzerinden yaratmaya çalıştığı algıyla hayvan katliamını meşrulaştırmaya çalıştı. Sokak hayvanları üzerinden, karşı devrimci bir kitle şiddetini meşrulaştırma çabası ve yönelimi içerisinde oldu. Tüm tepkilere rağmen yasa engellenemedi ancak bu gündem, her yerden gelen katliam haberleri ve yükselen tepkiyle birlikte yeni dönemin mücadele başlıklarından biri olacaktır.
Kamuoyunda 9. Yargı Paketi olarak adlandırılan torba yasa tasarısı, yıllardır kadınların bedel ödeyerek elde ettiği kazanımları hedef alıyor. Paket, kadın katillerini, tecavüz ve çocuk istismarı suçu işleyenleri aklamanın önünü açıyor. Kadının beyanının esas alınmasının önüne geçilmesini amaçlıyor, fail erkeği güçlendiriyor. AKP/MHP iktidarı, bu tasarı üzerinden aile tartışmasını yeniden gündemleştiriyor. Aile kurumunda ‘reis’liği güçlendirerek kadını kimliksizleştirmeyi, iradesizleştirmeyi, erkeğe her bakımdan bağımlı hale getirmeyi amaçlıyor. Yine ev emekçisi kadınların emekliliğine ilişkin düzenleme de aynı dönemde gündeme getirildi. Kadınların ev içi emeğinin ücretlendirilmesi ve sosyal güvenlik kapsamına alınması talebini görmezden gelen AKP-MHP iktidarı, ev emekçisi kadınların emeklilik primlerine ilişkin düzenlemeyi gündemleştirdi. Bakım işini yüklenen kadınların bu emeğini görmezden gelen düzenleme kapsamında, hiçbir geliri olmayan kadınların sigorta primi ödemesi yönündeki düzenleme de cinsiyet eşitsizliğini, kadın emeğinin daha fazla sömürüsünü derinleştiriyor.
Demokratik kadın hareketinin tüm öznelerini zorlu bir mücadele dönemi bekliyor. Şimdiden bir hareket programı, eylem takvimi oluşturmak sürece hazırlık bakımından önemli bir yerde duruyor. Bu saldırılar, ancak çizilmiş sınırları zorlayan, makbul kadınlığı kabul etmeyen iradeyle, ‘makbul sınırlarda’ politika yapmayacağını beyan ederek, fiili meşru mücadeleyi güçlendirecek tarzda hazırlığı gerekli kılıyor. Hedefte kadın özgürlük mücadelesinin büyük bedeller ödeyerek kazandıkları var. Hedefte ‘var olma hakkımız, irademiz’ var.
Erkek egemen kapitalist sistemin, faşizmin, gericiliğin saldırıları karşısında direniş büyüyor. İşçiler direniyor, emekçiler direniyor, kadınlar direniyor, ezilen cinsel kimlikler direniyor, ekolojistler direniyor, tutsaklar direniyor. Direniş dağda, fabrika önünde, evde, mevzide, zindanda her yerde sürüyor. Faşizmin saldırıları karşısında öncelikli görev, direniş odaklarını çoğaltmaktan, faşizme karşı barikat olmaktan geçiyor. Son sözü birer direniş odağı olan zindanlardan tutsak kadın yoldaşlara bırakalım. Kobanê davasında yargılanan onlarca yıl hapse mahkum edilen Figen Yüksekdağ, faşizmin mahkemelerinin verdiği cezayı tanımadığını “bizler yargılanan değil yargılayan oluruz” sözleriyle göstermiştir. Yüksekdağ, “Onlar bizi yıkmaya çalıştıkça biz daha dik durmayı öğrendik. En fırtınalı denizlerde yol almayı öğrendik…” sözlerinde olduğu gibi direnişiyle, duruşuyla, direnen kadınlara yol gösterici oluyor. Tıpkı Rojhilat’lı devrimci kadın Werîşe Muradî’nin söylediği gibi; “Çünkü özgür ve değerli bir yaşam, can vermeye değerdir.”
Kadınların Birleşik Devrim Hareketi olarak, tüm direnen kadınlardan aldığımız güçle, erkek egemen kapitalist sistemin, faşizmin, her türlü gericiliğin karşısında özgürlük ve eşitlik mücadelemizi dimdik ayakta sürdüreceğiz.
Faşizmi ve erkek egemenliğini yıkacağız!
KBDH Genel Konseyi
Ağustos Dönem Değerlendirmesi