HBDH Genel Konseyi 2024 Yılı Askeri-Politik Durum Değerlendirmesi

167

Emperyalist Sömürgeci-Soykırımcı Savaşa Karşı Devrimci Savaş!

İçinde bulunduğumuz tarihsel an, “yangın alarmı”nın dünyanın tüm coğrafyalarında ve özellikle Suriye ve Kuzey-Doğu Suriye topraklarında çaldığı bir an. 2024 yılının son günlerinde Suriye halklarının karşı karşıya kaldığı, ABD-NATO-İsrail ve Türkiye tarafından desteklenen ve organize edilen HTŞ-SMO çetelerinin işgalci, soykırımcı ve talancı savaşı; Ortadoğu ve Ukrayna’da süren savaş düzleminin bir  sonucudur. Emperyalist kapitalist güçler arasında sürmekte olan hegemonya mücadelesinin artık savaşlar olmaksızın sürdürülemediği bir dünyada yaşıyoruz.

Emperyalistler, başta Türkiye ve İsrail olmak üzere bölgesel güç merkezi olan devletler ve onların gerici vekil güçleri tarafından Ortadoğu halklarının derin felaketlerle karşı karşıya bırakıldığı, soykırım savaşlarından geçirildiği, yerinden yurdundan zorla ettirildiği bir süreçteyiz ve bu süreç ezilenlerin, sömürülenlerin, kadınların, halkların birleşik devrim mücadelesinin yakıcılığını bir kez daha göstermiştir. İnsanlığın, yeniden emperyalist paylaşım savaşları içerisinde karşı karşıya olduğu bu tarihsel anda, “ya sosyalizm ya barbarlık” ikilemi, bir slogandan öte tüm canlılığıyla buradayım demektedir.

Emperyalist kapitalist sistemin krizi ve dünya savaşının dinamikleri

Emperyalist kapitalist sistemin krizi, çelişki ve çatışkıları öyle bir noktaya ulaştı ki emperyalist devletler ve bloklar açısından hegemonya mücadelesinde ön almak varoluşsal bir sorun haline geldi. Bu eşiğe nasıl geldi? Bir tarafta emperyalist kapitalist dünyada ABD’nin başını çektiği emperyalist batı, diğer yanda yüksek büyüme oranları ve devasa ekonomisi ile Çin ve zengin hammadde kaynakları, askeri kapasitesi ile Rusya’nın başını çektiği blok, dünyanın birçok coğrafyasında ekonomik, siyasi ve askeri güç ve hegemonya mücadelesi içerisindeler. Kapitalizmin tarihsel sınırlarına dayanmışlığı bir realitedir. Öte yandan ekonomik, siyasi, toplumsal krizin yanı sıra dünyada metalaştırılmayan ve meta ilişkilerinin konusu haline getirilmeyen hiçbir şeyin kalmamış olmasının bir sonucu olarak yaşanan doğa krizi de sistemin maddi sınırlarını çok daha belirgin hale getirmektedir.

2008 büyük buhranının birikimli etkisiyle karşı karşıyayız. Tam da bu koşullarda Covid pandemisi, küresel tedarik zincirlerinin kırılganlığını göstermişti. ABD’nin Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşları ile sermayenin serbest dolaşımının önünü kapatan gümrük vergileri ve içe dönme hamleleri, neoliberalizmin krizinden çıkış arayışlarının ifadesiydi. NATO/Ukrayna-Rusya savaşı ve son olarak İsrail’in Gazze’de başlattığı soykırım ve işgalci savaşı Ortadoğu coğrafyasına yayması ile birlikte, emperyalist kapitalist dünyanın çivisi çıktı diyebiliriz. Yaşanmakta olan neoliberal küreselleşmenin krizi, sınıfsal ve toplumsal çelişki ve çatışmaları da belirginleştirmiş, dünyanın birçok coğrafyasında emperyalist güçlerin plan ve gelecek projeksiyonlarını ters yüz eden isyan dalgaları yaşanmıştır. Krizin büyüklüğü, emperyalist kapitalist güçler arasındaki rekabeti daha da kızıştırmıştır. 3. Dünya savaşının yolu bu temelde gelişen bölgesel çatışma ve savaşlarla açılmıştır.

Emperyalist kapitalist sistem kendi içsel şiddet dinamiklerini gizleme gereği duymamakta, dünyanın dört bir yanına yayılan ve yeni form ve biçimlerle ortaya çıkan bir savaş rejimini tepeden tırnağa inşa etmektedir. Bu savaş rejimi doğrultusunda dünyanın yeni sınırları, küresel tedarik zincir hatları, savaş mekanları ve ilişki ağları yeniden oluşturulmaktadır. Emperyalist ve kapitalist tüm devletler, yeni duruma uyum sağlamakta; devlet yapısını, ekonomisini, sanayi ve teknolojisini bu rejimle entegre ederek hareket etmektedirler. Kapitalist devlet yapısı toplumun militarizasyonu, sermayenin askerileşmesi ve askeri endüstriyel kompleksin ihtiyaçları temelinde örgütlenmektedir. Emperyalist paylaşım savaşları temelinde, ülke sınırları dışında savaşı yürütebilmek için devletler sadece dışarıda değil aynı zamanda içeride de birer savaş iktidarı-rejimi olarak reorganize olmakta; savaştan başka bir çıkışı olmayan döngü içerisinde hareket etmektedir. Bu da emperyalist kapitalist devletlerin iç ve dış düzenin temelini sağlama ve toplumun örgütleyici ilkesi olarak savaşlara yol vermekten başka bir seçenekleri olmadığı bir dönemin içinde olduğumuzun bir başka göstergesidir.

Bugün emperyalist gerici savaşlar, sermaye birikimini sürdürmenin bir aracı olmakla birlikte toplumsal denetim, gözetim ve baskı sistemlerinin geliştirilmesine ve dünya işçi sınıfına, halklara, kadınlara karşı sömürü ve ezme politikalarının da sınırsız bir biçimde uygulanmasına yol açmaktadır. Savaş aynı zamanda emperyalist hegemonyanın kriz dinamiklerini daha da derinleştirmekte, yoğunlaştırmakta ve süreklileştirmektedir. Bu yönüyle emperyalist paylaşım savaşı düzlemi, tüm dünya ölçeğinde, zincirinden boşalmış, dizginlenemez ve hükmedilemez bir durumdadır. Sermaye birikimi önündeki engeller, yeni ölüm ve yıkım teknolojilerini içeren savaşlarla aşılmak istenmektedir. Emperyalist kapitalist hegemonya krizinin aşılması için savaşlar doğrudan belirleyici konumdadır bugün. Emperyalist güçler arası mücadelenin sonucu oluşacak yeni güç dengesi savaş konjonktürünün içerisinden geçilerek tesis edilecektir. Eğer bu denkleme dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları olarak müdahale etmez ve emperyalist kapitalist güçlerin hegemonya mücadelesi ile oluşan çelişki ve çatışmaları emekçi sınıflar ve ezilen halklar lehine çeviremezsek, bizi bekleyen bugünkü sömürü ve baskı koşullarının misli ile daha zorlu koşullar olacaktır.

Emperyalist hegemonya krizi ve ABD ve Çin’in başını çektiği blokların rekabeti

Kapitalizmin en gelişkin, en ileri merkez üssü olan ABD’nin ekonomik, siyasal ve ideolojik hegemonyası gerilemektedir. Eşitsiz gelişim yasasının hükmünü yürütmesi demek geride olanın ileriye doğru sıçrayabilmesi demektir. 2008 krizi BRİCS, özelde ise Çin’in büyük ileri sıçramasına yol açtı. Çin, bir süper güç olarak yükseldi ve ABD’nin karşısına çıktı. ABD’nin başını çektiği yeni dünya düzeni ve ilan edilen tarihin sonu miti tuzla buz oldu. Bu, küresel hegemonya krizinin derinleşmesi, emperyalist kapitalist güçler arası çelişki ve çatışmaların varlığı koşullarında ezilen halklar, emekçi sınıflar için de devrimci isyan ve savaşımı yükseltebilmenin imkan ve koşullarının çok daha büyümüş olması demektir.

ABD’de Trump’ın 2024 Kasım ayında gerçekleştirilen seçimleri kazanması, Senato ve Temsilciler Meclisi’nde de Cumhuriyetçilerin çoğunluğu elde etmesi, ırkçı-faşist-kadın düşmanı programını çok daha pervasızca hayata geçirebilmesinin önünü açtı. ABD, son süreçte yaşadığı hegemonya kaybını telafi etmek ve dünyaya yön veren ülke olarak kendisini yeniden inşa etmek için dışarıda ve içeride izlediği savaş politikalarında bir süreklilik halkasına sahip. Trump, Amerikan toplumunu hem içeride Müslümanlar başta olmak üzere göçmenlere, siyahilere karşı bir iç savaş düzlemine sokarak hem de dışarıda Çin’i çevrelemeye odaklı savaş politikalarını popülist ve ırkçı-faşist söylemlerle mobilize ederek ilerleyecektir. ABD’nin dışarıda yürütmüş olduğu emperyalist savaşın keskinliği ve şiddeti aynı zamanda emperyalizmin kalbinde, ABD’nin içerisinde yaşanmaktadır. “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap” (MAGA) sloganı ile iktidara gelen faşist Trump, tam da bu hedefi nedeniyle içe dönemez. Kapitalist sistem ve dünyanın ahvali 5 yıl önceki konumda sabit durmamaktadır. Savaş ve rekabetin son derece hızlı ve keskin bir biçimde gerçekleşiyor olması ABD’yi bu dünya ahvalinden izole edemez. Yürüyen küresel savaş düzleminin tam merkezi, çıktığı ve yayıldığı yer ABD. Kimse Siyonist İsrail’in Filistin’de yürüttüğü soykırım ve Ortadoğu’daki işgalci savaşı durdurabilecek lider olarak Trump’a oy veren Müslümanlar kadar safdil değil, biliyoruz ki dünyadaki savaşları durduracağı vaadinin aksine her cephede emperyalist saldırganlık düzeyini yükseltecektir. Çin’i çevreleme stratejisi, dünyanın birçok bölgesindeki küresel üretim ve tedarik zincirlerine paralel olarak gelişen küresel ticaret yollarının tüm kavşak noktaları savaş sahası olarak şekillenecektir.

ABD’nin gerileyen güç olarak hegemonyasını yeniden tesis etmek için savaşı yükseltmekten başkaca seçeneği yoktur. Savaşı sürdürme ve genişletmesi, Filistin’deki soykırımı finanse edip meşrulaştırmaya devam etmesi de İran’ın kolunun bacağının kırılması anlamına gelen Lübnan savaşı ve Suriye’de HTŞ ve bağlaşığı çetelerin iktidara yürüyüşü de Ukrayna üzerinden NATO silahlarıyla Rusya’nın hedeflenmesine yeşil ışık yakması da Rusya’nın Ortadoğu’da nüfuz alanları hedeflenirken Afrika sahasında bastırılması hamleleri de bunun sonucudur. Son NATO toplantısında Çin ve Rusya’yı stratejik düşman ilan ederek yenilgiye uğratma yönündeki hamleleri, hegemonya savaşındaki gücün geri dönülemez, önlenemez savaş yürüyüşüdür. NATO’nun İsveç ve Finlandiya’yı kendi savaş birliğine katarak genişlemesi, Rusya’yı hedefe alan ve cephesi genişletilecek olan savaşın fragmanıdır. Ukrayna’da, Rusya’ya karşı ABD-NATO kumandasında, ölçüsü ve niteliği değiştirilmiş olarak yürütülen yeni savaş denklemi ve araçları, askeri hamlelerin sınırsızlığını göstermektedir. ABD-İngiltere öncülüğünde oluşan yeni NATO’cuklar, Çin’i askeri üslerle kuşatma hamlesi ve savaş hazırlığının başlangıcıdır. Ortadoğu’da İran, Filistin direniş güçleri ve Hizbullah’ı hedef alan ABD-NATO-İsrail emperyalist savaş gücünün yürütmüş olduğu soykırımcı, işgalci savaş aynı zamanda her şeyi yok etme kapasitesi ve sınır tanımazlığın ilanı olarak şekillenmektedir.

2024 Temmuz ayında gerçekleştirilen NATO zirvesinde yayımlanan NATO Bildirisi’nde; Rusya’nın Ukrayna’daki saldırganlığına karşı ortak kararlılık, Çin ve İran’a, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik devam eden saldırısına verdikleri desteğin sonuçlarının olacağı yönünde açık uyarılar ve NATO’nun misyonunun Orta Doğu ve Afrika’yı kapsayacak şekilde genişletilmesi ve bunu uygulamaya yönelik bir eylem planı oluşturması, önümüzdeki süreçte dünyanın ahvaline dair öngörüler sunmaktadır. Afrika kıtasında yükselen Çin ve Rusya hegemonyasının karşısında zayıflayan ve güç kaybeden bir ABD-NATO gerçekliği mevcut. Fransa’ya karşı onun Afrika’daki eski sömürge ülkelerinde yükselen tepki ve ayaklanmalar sonucunda bu ülkelerden bir bir kovulması peşi sıra Afrika ülkelerindeki ABD askeri üslerinin varlığının da tehlikeye girmesi, NATO zirvesinde Afrika’yı da esaslı gündemlerden biri haline getirmiştir. Rusya’nın Suriye’nin son durumu ile birlikte oradaki üslerinin tehlikeye girmesi onun Afrika’daki konumlanışını da etkileyecek bir tabloyu ortaya çıkarmaktadır. Bu koşullarda bir NATO ülkesi olarak Türkiye’nin Afrika’daki hamlelerinin, aynı zamanda NATO’nun misyon ve hedefleri ile birleşik olarak yoğunlaşacağını öngörebiliriz.

NATO/Ukrayna-Rusya Savaşı

Ukrayna’da süren savaş dördüncü kışına girdi. Savaşan tarafların, askeri operasyonal güç ve kabiliyeti, insan faktörü vs. çok değişkenli dinamikleri içererek güncellenmektedir. Ukrayna 2024 yılında Rusya’nın Kursk bölgesinin içlerine girerek askeri işgal hamlesi başlatmıştı. Ancak bu işgal hamlesi, Ukrayna’nın Kursk’ta işgal ettiği toprakların yüzde ellisini kaybetmesinin yanı sıra askeri gücünün ağır darbeler yemesine neden olmuştur. Diğer taraftan Rus askeri güçleri Donbass’ta hızlı ilerlemeler kaydetmiş ve Ukrayna güçlerinin bu cephe hattındaki askeri kapasitesini zayıflatmıştır.

Avrupa’nın doğu kanadında süren bu savaş, araçları ve niteliğiyle daha ölçüsüz, daha sınırsız bir hal almaktadır. Savaşın düzeyi, Ukrayna’nın kaçınılmaz yenilgisini engellemek ve savaşın Rusya’yı daha da yıpratacak bir düzeyde seyretmesi hedefi; daha fazla güç, daha fazla silah talep etmektedir. Bu doğrultuda başta ABD’nin Ukrayna’ya verdiği ATACMS füzeleriyle ve hemen akabinde İngiltere-Fransa’nın Storm Shadows ve diğer benzeri orta-uzun menzilli füze ve savaş sistemlerinin üzerindeki sınırlamaları kaldırması, savaşın kaderini değiştirme yönünde hamleler olarak Rusya’nın askeri-stratejik üslerinin NATO komutasında hedef alınarak vurulması bu yönelimin bir ifadesidir. Ukrayna-Rusya hattındaki güncel savaş durumu, aynı zamanda ABD’de yaşanan iktidar değişikliği, savaşın bir üst boyuta yükselmesine neden olmuştur.

ABD, Ukrayna savaşı ile Rusya üzerinde ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlamış fakat bu karara uymayan ülkelerin çokluğu hem ABD hegemonyasının sarsıntısını göstermiş hem bu ülkelerin alternatif yön-yollara girmesinin önünü açmış hem de ABD-NATO hegemonyasının kırılganlığını test etmiştir. Ancak asıl önemlisi, Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar bir bumerang etkisi yaratarak esasen ABD’nin NATO müttefiki Avrupa ülkelerini vurmuş; enerji sıkıntısı ve yüksek enflasyonla Avrupa ekonomisini ciddi anlamda sarsmıştır.

Avrupa’nın “uzun kışı”

Brexit ve Covid pandemi süreci ile sarsılan Avrupa ülkeleri, Ukrayna’da ABD’nin savaş denklemine eklemlenerek kendi krizini daha da derinleştirmiştir. ABD, Ukrayna savaşı ve bölgeyi kuşatma ile NATO’yu yeniden canlandırmış, esasta Almanya ve Fransa’nın yeni hamle arayışı ve güç olma denklemini ortadan kaldırmıştır. Kuzey Akım 2’nin iptali ve Rus petrol-gazının yasaklanması da dahil olmak üzere Rusya’ya uygulanan yaptırımlar özellikle Almanya’ya pahalıya patladı. Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan Almanya küçüldü ve onun ekonomik zayıflığı Avrupa’nın geride kalan ülkelerinde ekonomik durgunluğa neden oldu. Yüksek enerji fiyatları ve Çin ile rekabet gücünün zayıflığı, Almanya’da bir tür sanayisizleşmenin önünü açtı. Almanya’da ekonomideki durgunluk, iflaslar, işten atmalar ve hayat pahalılığı ve bütçe görüşmelerindeki tıkanmalar Trafik Lambası koalisyonunu dağıtmış ve Almanya’nın yaşadığı siyasi krizi daha da derinleştirmiştir. Almanya’daki siyasi kriz, yalnızca iç dinamiklerle sınırlı kalmayıp, Avrupa’nın geleceğini de şekillendirecek derin bir etki yaratma potansiyeline sahip. Ki Fransa’da kemer sıkma bütçesine karşı gelişen tablo, parlamento ve başbakanın istifasını getirmiş durumdadır. Bu yönüyle AB’nin 2024 yılında uç veren kaotik durumu, yeni yılda krizi daha da şiddetlendirecektir.

Öte yandan ekonomik ve siyasi krize rağmen tam gaz savaş felaketine giden bir Avrupa bütünlüğü karşımızdadır. Kuşkusuz Macaristan ve Hırvatistan gibi birkaç ülkenin durumu farklı olmakla birlikte AB-İngiltere bir ABD-NATO emperyalist savaş kıtası olarak hazırlanmakta, konum almaktadır. Avrupa, her anlamda iç yapısını emperyalist savaş düzlemine uygun olarak reorganize ederken toplumu da savaş çığırtkanlığıyla örgütlemeyi hedeflemektedir. Bu anlamda son bir yıldır Avrupa’nın birçok ülkesinde ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde göçmen karşıtlığını, muhafazakarlığı, güçlü aile modeliyle kadın düşmanlığını kendisine yakıt yapan ırkçı-faşist dalganın güç kazandığını görmekteyiz.

ABD-NATO’nun, Avrupa kıtasını Rusya ile savaşa hazırlama adımları hızla atılmaktadır. Bu bağlamda; İngiltere ve Almanya arasında kapsamlı askeri ve silahlanma iş birliği doğrultusunda “Trinity House Anlaşması” imzalanmış, Romanya’da NATO’nun Avrupa’daki en büyük üssü inşa edilmeye başlanmış, Japonya ve AB arasında yeni bir Güvenlik ve Savunma İş Birliği Anlaşması yapılmış, askeri harcamalar ve silahlanma keskin bir biçimde artmış, Avrupa limanları savaşın lojistik, gözetim, sevk ve idare edilmesine uygun bir şekilde yapılandırılmıştır. Ayrıca, ABD üsleri Yunanistan’da hızla çoğalmaktadır. Tüm bu gelişmeler, 2025 yılının nasıl bir sürece evrileceğine dair ipuçları vermektedir.

Ortadoğu; emperyalist kapitalist sistemin sinir uçlarının toplandığı coğrafya

Emperyalist kapitalist sistem için vazgeçilmez olan enerji ve petrol-doğal gaz yataklarının varlığı ve tedarik zincirlerinin ulaşımında kilit halka konumunda olması Ortadoğu coğrafyasını, emperyalist hegemonya savaşının en şiddetli-öldürücü araçlarla sınır tanımaz biçimde yürütüldüğü bir sahaya dönüştürmüştür. Ortadoğu’da çizilen ve sürekli değişen savaş hatları emperyalist paylaşım savaşının hatlarını yansıtmaktadır.

Siyonist İsrail ve ABD-NATO, Ortadoğu’yu kendi emperyalist hegemonya mücadelesinin yeniden inşasına göre şekillendirmek ve aynı zamanda Çin-Rusya-İran blokunun hegemonyasını ve hareket alanını daraltmak ve ortadan kaldırmak istemektedir. Ortadoğu’da gelişen ve ortaya çıkan savaş denklemleri, sadece bu coğrafyanın sınırlarını değil aynı zamanda dünyanın sınırlarını ve savaş-güç ilişkilerini yeniden belirleyen, kuran durumundadır. Başını Hamas’ın çektiği Filistinli direniş güçlerinin 7 Ekim 2023 yılında gerçekleştirdikleri Aksa Tufanı hamlesini, Siyonist İsrail ve ABD-NATO emperyalizmi, tüm bölgeyi sarsacak, dünya çapında güç ilişki ve denklemlerini değiştirecek işgal ve soykırımcı savaşlarının vesilesi kıldı. Gazze’deki soykırım savaşı tüm dünyanın gözleri önünde seyretmektedir. Diğer yandan Gazze halkının yanında saf tutan tüm güçler ve bu güçleri direniş ekseni adı altında saflaştıran İran, Siyonist-emperyalist saldırganlığın doğrudan hedefi oldu. Siyonist İsrail, Gazze-Filistin’de hastane-okul, kadın çocuk her şey ve herkesi hedef almakta ve bunu tüm dünyanın gözü önünde canlı bir gösteriye dönüştürerek soykırım yapmaktadır. Mücadele eden, sömürülen, ezilen, isyan eden tüm dünya halklarına, işçi sınıfına ve kadınlara, emperyalizmin bir mesajıdır bu soykırım. Yine UCM’nin Netanyahu ve Gallant hakkında savaş suçlusu oldukları için çıkardığı tutuklama kararı, her ne kadar ABD-NATO emperyalizmince yok hükmünde sayılsa da dünya halkları nezdinde tarihe soykırım suçlusu olarak geçmesinin bir ifadesidir. Zira bu karar “uluslararası hukuk” denilen zırvaların sonucu değil dünya çapında Vietnam sonrası gelişen kitlesel antiemperyalist-antisiyonist eylem dalgasının, dünya halklarının Filistin halkı ile enternasyonal dayanışma hareketlerinin basıncı ile alınmış bir karardır. Uygulatacak olan da yine dünya halklarının antiemperyalist, anti Siyonist mücadelesi olacaktır.

İsrail ve ABD, Gazze-Filistin’de yürüttüğü soykırım-işgal savaşının çapını genişleterek Lübnan’a ve bugün Suriye’ye taşımıştır. Son altı ay içinde, Hamas, Hizbullah ve FHKC’nin merkez komuta kadrolarını hedef almış, sınırsız ölüm teknikleri ve araçlarını devreye koyarak Gazze’deki ve Lübnan’daki direnişin önderlerini katletmiştir.

İran, Şam büyükelçiliğinin vurulması ve Haniye’nin İran’da katledilmesi sonucu hem iç hem de dış dinamiklerin baskısı altında, Ortadoğu’da İsrail’le çatışmaların temel ilkesi olan caydırıcılığı sağlamak amacıyla iki misilleme operasyonu gerçekleştirmiştir. İran’ın gerçekleştirdiği ilk saldırı, diplomatik kanallardan önceden haber verilmiş olması ve saldırının niteliği nedeniyle önemli bir hasar vermemiştir; ancak bu saldırı, İsrail’i kendi sınırları içerisinde vurması bakımından bir ilki temsil etmiştir. İkinci saldırısı ise, İsrail’in her toprak parçasını ve üssünü vurabilecek kapasiteye sahip olduğunu -İsrail, ABD-NATO savunmasına rağmen bunu engelleyemedi- göstermiştir.

Lübnan Hizbullahı, Gazze direnişine ilk günden itibaren destek sundu. Soykırım saldırılarının geldiği düzey ve İsrail’in Lübnan’ın içinde yaptığı suikast eylemleri ile birlikte adım adım sınır hattı, bir cepheye dönüştü. Savaşı Lübnan’ın güneyine ve Hizbullah noktalarına taşıyan İsrail; Litani nehrine kadar işgali genişletmek, Hizbullah’ı silahsızlandırmak, Lübnan’da bir iç savaşı kışkırtmak ve Hizbullah’sız yeni bir Lübnan yaratmak istemiştir. Çağrı ve telsiz cihazlarına yönelik gerçekleştirdiği şok sabotaj saldırıları, akabinde Hizbullah’ın askeri-siyasi merkez komuta kademesini ve Hasan Nasrallah’ı hedef alarak katletmesinin neticesinde bu işgal operasyonunu çok kolay ve hızlı bir biçimde gerçekleştireceğini düşünmüştür. Fakat Hizbullah güçlerinin vuruş-operasyon kapasitesi, İHA’lar ve füzeler ile İsrail’in seçkin askerlerden oluşan tugayı ve askeri deniz üslerini etkili bir biçimde vurması ve en sonunda Netanyahu’nun konutunu hedef alması, Hizbullah’ın askeri gücünün devamlılığını göstermiştir. Siyonist İsrail ordusu Lübnan’ın güneyinde karadan ilerleyememiş, büyük darbeler almıştır. Öte yandan şu da bir gerçek ki bir yılı aşkın süreç boyunca (doğrudan sıcak savaşın yaşandığı son iki ayla birlikte) Hizbullah’a büyük darbeler vurmuştur. Ancak Hizbullah zayıflatılmış olsa da kendisini mücadele içerisinde toparlama dinamiklerini -Suriye’nin “direniş ekseni”nde kopartılmış ve İran’la doğrudan lojistik ikmal hattının kopmuş olması ciddi bir zorlanmayı oluşturacak olsa bile- korumaktadır.

Yeni Suriye denklemi

Ortadoğu’da süren savaş içerisinde belki de en kritik kavşak ve kırılma noktası, tarihin yeniden çizileceği yer Suriye olmuştur. 13 yıllık iç savaş sonrasında, Suriye Arap Cumhuriyeti, 27 Kasım 2024’te başlayan ABD-İngiltere-NATO-İsrail ve Türkiye destekli/planlı cihatçı HTŞ-SMO saldırısı sonrası 12 günde yıkılmıştır. Bu 12 günlük süreç, bölgede yeni ve uzun süreli kanlı bir çatışmanın ve krizin başlangıç adımları olarak değerlendirilebilir.

Suriye’de biten ve gelişen yeni sürecin bir ön tahlilini değerlendirmeden önce belirtmek gerekir ki ABD-NATO emperyalist bloku gibi her yönüyle her yerde bütünleşik, kararlı bir yapıdan görece uzak olan bir Çin-Rusya bloğu (İran’ı da katarsak) askeri-siyasi olarak sınırlarını göstermiştir. Ukrayna’da devam eden savaşta Rusya’ya İHA-SİHA tedariği yapan İran, Suriye’de İsrail’in her türlü hava saldırısına açık ve darbe yiyen durumda olmuştur. Üstelik Suriye üzerindeki hava sahasını Rusya kontrol ediyorken, İsrail saldırılarının önünde durmamış ve Suriye’de İran devrim muhafızlarının ve Hizbullah savaşçılarının büyük darbeler yemesine yol açmıştır. Burada Rusya’nın Suriye’de gözettiği çıkarların farklılığı olmakla birlikte bu kamplaşmanın zorunlulukları ve sınırlarına işaret etmek gerekir.

BAAS rejiminin (ve Suriye Arap Cumhuriyeti’nin) yıkılmasında, ABD-NATO-İsrail ve Türkiye eliyle örgütlenmiş, koşulları oluşturulup planlanmış emperyalist müdahale, sonucu belirlemiş ve bir tarihi kapatırken, etkisi Suriye ile sınırlı kalmayacak kanlı yeni bir tarihsel sürece de kapı aralamıştır.

Esad diktatörlüğü, Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi tarafından yapılan demokratik bir Suriye’de halkların ortak yaşamını örme çağrılarını ve diyalog zeminini, tekçi yapısı ve Arap milliyetçiliğine saplanıp kalması nedeniyle hiçe saymıştır. BAAS rejimi ile faşist Türk devleti, bugüne kadar Kürt halkı başta olmak üzere ezilen halklar karşısında benzer bir tutum sergilemişlerdir. Savaşta ve emperyalist ambargo altında olan Suriye halkları için eşit, adil ve özgür bir yaşamın koşullarını yaratmak ve bunun anayasal zeminini oluşturmak bir seçenekti. Bunun yerine captagon uyuşturucu ticareti üzerinden ekonomiyi döndürme, yolsuzluklar ve haraç kesme, rejim ve ordu içinde çeteleşme rejimin her yerine sirayet etmiş ve halkta “artık ne olursa olsun” kayıtsızlığı baş göstermiştir. Rejimin toplumun tüm gözeneklerine de yayılan bu çürümüşlük, cihadist selefi çetelerin iktidar yürüyüşünün yolunu açmıştır. Suriye’yi ortadan kaldıran bu emperyalist saldırının taşlarını, kendi iktidarını korumak dışında halkların hiçbir ihtiyaç ve özlemini gözetmeyen pratiği ile dizenlerden biri de Esad’ın kendisi olmuştur.

Suriye iç savaşında Esad’ın ayakta kalması ve adım adım konumunu güçlendirmesi, elbette İran’ın direniş eksenini oluşturma saikiyle destek sunması, Hizbullah’ın savaşçılarıyla sahada konumlanması ve Rusya’nın hem Ortadoğu’da hem de Afrika’da yeniden boy göstermesini sağlayacak askeri-siyasi bir dayanak arayışının sonucu olarak denkleme girmesiyle mümkün olmuştur. Son yıllarda içeriden çürümeyle toplumsal dayanakları iyice zayıflamış olmasına rağmen, destek halkaları onu ayakta tutmuştur. Ancak Aksa Tufanı sonrası, Lübnan savaşı, İsrail’in İran ve Hizbullah’ın kolunu kanadını kırma yönündeki hamleleri, Suriye’de sürekli olarak ikisine de havadan saldırılar düzenlemesi ve ağır kayıplar verdirmesi, rejimi bu destek güçlerinden kısmen mahrum bırakmıştır.

Aynı şekilde, Ukrayna savaşının geldiği boyut da Rusya cephesinde odaklanma sorunu oluşturmuştur. Tam bu koşullarda, Suriye’yi yıkan süreç, Ortadoğu coğrafyasında yeni bir düzlemi inşa etmeyi hedefleyen ABD-NATO emperyalizminin kendi güç dengesini yeniden kurma hamlelerinin ilki olarak şekillenmiştir. ABD-NATO-İsrail ve Türkiye’nin Suriye’de hayata geçirdikleri hamle, BOP projesinin güncellenmiş versiyonunun fragmanı olmuştur. Her bir aktörün rolü ve hamleleri, elbette kendi ajandaları doğrultusunda yer yer çelişki noktaları içerse de, büyük plan doğrultusunda Suriye sahasında kendini göstermiştir.

Bu hamleler, Suriye ile sınırlı kalmayacak; eğer bölge emekçi sınıfları ve ezilen halkları tarafından boşa çıkarılacak devrimci bir dalgayla püskürtülemezse, gerici ve kanlı planlarla bölge yeniden yapılandırılacaktır. Bu bağlamda, Suriye’nin yıkımı ve yeni oluşan Suriye denkleminin stratejik bir hamle olduğu su götürmez bir gerçektir.

Savaş suçlusu ve katil Netanyahu’nun, Lübnan’daki ateşkes sonrası Suriye’yi hedef göstermesi ve Esad’ın gittiği gün yaptığı “Bugün tarihi bir gün. Rejim düştü. Bu, Esad rejiminin başlıca destekçileri olan İran ve Hizbullah’a indirdiğimiz darbelerin doğrudan bir sonucudur” açıklamaları, HTŞ cihatçı yapılanmasının önünde dikensiz bir yolun açılmasının Siyonist İsrail’in oyun kuruculuğunun bir sonucu olduğunu göstermektedir.

İsrail’in, Direniş Eksenini hedef aldığı savaş hattı, zincirin Lübnan halkasında Hizbullah’ı zayıflatırken, Suriye’de bu zinciri koparmıştır. İran’ın on yıllar boyunca inşa ettiği Direniş Ekseni-Şii Hilali’nin önemli halkalarından biri olan Suriye’nin kopması, yani Filistin’e ve Lübnan’a uzanan en önemli kanallarından birinin ortadan kalkması, İran’ın bölge jeopolitiğinde aldığı en büyük darbe olmuştur.

İran, bu yeni durum karşısında nasıl bir manevra kabiliyeti gösterecek, güç denklemi kuracak, bunu süreç gösterecektir. Yenilen bu büyük darbe ile sarsılan molla rejimi, ilk elden yeniden kendi iç cephesini tahkim etmek için çeşitli yollar ve çabalar geliştirecektir.

Siyonist İsrail devleti, Suriye’ye yönelik işgal hamleleri ile haydut devlet sınırlarını yeni bir aşamaya taşımıştır. Suriye’nin askeri ve stratejik tüm kurum ve araçlarını, tarihlerindeki en büyük hava operasyonuyla hedef alarak imha etmektedir. Golan Tepeleri’ndeki işgal sahasını genişleten İsrail, Hermon Dağı’nı kontrolüne alarak Suriye sınırları içerisindeki varlığının kalıcı olacağını ilan etmiştir. Hermon Dağı, Lübnan ve Suriye’ye yukarıdan bakan bir bölge olması nedeniyle stratejik bir öneme sahiptir. Bu stratejik tepeleri askeri üs bölgesi ve her türlü askeri araçlarla donatarak, bölgede topyekun savaş stratejisiyle “tam zafer”e koşmaya çalışacaktır.

Trump’ın koltuğa oturmasıyla birlikte, Netanyahu Gazze’deki soykırımcı-işgalci savaşını Batı Şeria’ya taşıyacak hamleler için gün saymaktadır. Yine Trump’ın İran’a yönelik “maksimum baskı” açıklamalarıyla, bölgedeki savaş ateşini yaymanın planı ve programı içerisindedir İsrail.

Suriye’deki gelişmelerin ve sonuçların yol açtığı yeni Ortadoğu denklemi, ABD-NATO emperyalizminin savaş politikalarının şiddetli bir biçimde devam edeceğini göstermektedir. Bu doğrultuda, Abraham Anlaşması’nı yeniden canlandırma, Filistin’deki soykırım savaşını tamamlama ve böylece IMEC koridorunun yolunu döşeme, Yemen’de Ensarullah hareketini etkisiz kılma ve İran’ın Irak’taki nüfuz alanını zayıflatma yönünde yapılacaklar, bölgede ve dünyada cehennemin kapısını aralayacak bir sürece yol açacaktır.

Cihatçı-tekfirci HTŞ’nin Şam’a yürüyüşü ve Suriye’nin yıkımında son darbeyi vuran saldırıların organizasyonunda faşist TC doğrudan yer almıştır. Diğer taraftan, bölgede bu operasyonun bir diğer  organizatörü olan ülke de Siyonist İsrail devletidir. Bu anlamda, Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail arasında bir düşmanlık değil, aksine ebedi bir dostluk ve ortaklık zemini bulunmaktadır.

Ortadoğu’nun bağrında filizlenen yeni yaşamı, Rojava Devrimi’ni savunacağız!

Rojava Devrimi kendini inşa ettiği ilk andan beri Ortadoğu’nun kan deryasında halkların, kadınların özgür, eşit, adil yaşama ve kendini savunma-yönetme iradesini ve umudunu cansiperane örgütlemeye çalışmaktadır. Faşist TC, Rojava Devriminin bu varoluşunu, kendi egemenlik ve bekasına bir tehdit olarak gördü ve onu yok etme hedefiyle konumlanmaktadır. Neo-Osmanlıcılık hayalleriyle yola çıkan faşist iktidar, aynı zamanda bugün güncel formuyla Misak-ı Milli hayallerini gerçekleştirebilmek için de Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne saldırmaktadır.

Faşist TC komutasındaki cihatçı SMO çeteleri, Tel Rıfat ve Minbiç’e saldırmış ve bu bölgelerde yaşayan yüz binlerce insanı yerlerinden zorla göç ettirmiştir. Gözü dönmüş bir biçimde halkların evlerini barklarını, yaşamsal kaynaklarını ve doğasını talan ediyor, yağmalıyorlar. TC, Kuzey-Doğu Suriye halklarının topraklarını, ellerindeki kaynaklarını gasp etmek için fırsat kolluyor. Misak-ı Milli hayalleri doğrultusunda, Rojava topraklarını 30 km’lik derinlikte (yer yer onu da aşan) işgal ederek güvenlik ve yerleşim kolonisine dönüştürme planlarını uygulamak için sahadaki politik-askeri iklimin elverişliliğini kullanmaktadır. Suriye’de yaşanan son gelişmeler ışığında Kürt halkının kazanılmış tüm haklarını yok etmeyi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Rojava’daki örgütlü yapısını dağıtmayı birinci önceliği haline getirmiştir. Bu temelde bölgedeki bütün gerici aktörlerle, cihadist selefi gruplarla açık-gizli çıkarlar doğrultusunda suç ortaklığını derinleştirmekte ve savaş ittifakını örgütleyerek devrimin ve halkların kazanımlarını, halkların birlikte yaşama pratiği ve umudunu yıkmak istemektedir. Rojava Devrimi ve halklarına karşı her türden dinci-gerici çeteler, aşiretler, faşist TC tarafından örgütlendiriliyor, Kuzey-Doğu Suriye’de karşı devrimci bir iç savaş ortamı oluşturulmak isteniyor.

Suriye’nin yeniden inşasında ve geleceğinde; halkların özgür, eşit, adil yaşama ve kendini savunma-yönetme iradesi ve umudu olarak varlığına tahammülsüzlüğün bir göstergesidir tüm yaşananlar. Rojava’yı teslim almak, boğmak istemektedir faşist TC. Sadece bölgede değil dünyada kadınların umutla, dirençle gözünü dikmiş olduğu Rojava kadın devrimini ortadan kaldırmak tüm gerici güçlerin hedefidir. Bölgede özgürlük çığlığının en güçlü sesi kadınlara ait. Çünkü emperyalist kapitalist yeniden yapılandırmanın bir parçası olarak inşa edilmek istenen yeni Suriye, kadınlara yeniden kölelik koşullarında yaşamayı dayatıyor; evlerinin dışında yok sayıldıkları, sadece erkekle tanımlı oldukları bir hayat vaat ediyor. Kadınlar, 12 yıldır her aşamasında emek verdikleri, özgür ve eşit bir yaşamın tuğlalarını siyasal-toplumsal-askeri her alanda ördükleri, elde silah canları pahasına savundukları Rojava Devrimi’ni, bugün de aynı kararlılıkla savunacaklardır. Kürt halkı başta olmak üzere Kuzey Doğu Suriye halkları öz yönetimlerini gerçekleştirdikleri, özgürce yaşayabildikleri bu toprak parçasına kendi günleri ve geleceklerine sarılırcasına silahlarına sarılmış olarak savunacaklar. Bölgenin devrimci imkan ve olasılıklarını büyüten bu toprak parçasını, devrimimizi, birleşik devrim güçleri olarak biz de her alan ve cephede, her mücadele araç ve yöntemiyle savunacağız.

Kurtuluş Reçetemiz; Örgütlenmek, Silahlanmak ve Savaşmaktır

AKP-MHP faşist iktidarının krizli yapısı ve buradan sürekli yeni ve yaygın bir şekilde krizler türetmesi, iç gerilimli, çelişkili ve çatışkılı bir duruma yol açmaktadır. Sermayenin Şimşek Programı (OVP) doğrultusunda iyice yoksullaştırılan ve açlığa mahkum edilen milyonların biriken ve büyüyen sınıfsal öfkesi, artık toplumsal rıza üretim mekanizmalarıyla soğurulamaz noktaya gelmiştir. Bu temelde, faşist iktidarın parlamento seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin üzerinden henüz bir yıl bile geçmeden yaşadığı hegemonya yitimi; 31 Mart yerel seçimlerinde faşist AKP-MHP iktidarının kaybetmesine ve “yönetme” kapasitesine büyük darbe vurulmasına neden olmuştur.  Seçimlerden hemen sonra faşizmin Kürt halkının iradesini gasp etmek için yeniden giriştiği kayyum saldırısı, Van Serhildanı ile sokağın devrimci kazanımının bir sonucu olarak bertaraf edilmiş, faşizmin karşısında tayin edici rolün ne olduğu tüm direngen duygu ve coşkusuyla kitlelerin bilincine yeniden nakşedilmiştir. Öfke ve sokağın devrimci bileşkesi, faşist AKP-MHP iktidarını anda sarsan bir sinerjiye dönüşmüş ve faşizmin hegemonyasına sahici bir darbe olmuştur. Bunu ifade etmemizin nedeni, bugün bu devrimci bileşkenin hattına sahip çıkıp oradan hareket etmemiz gerektiğini vurgulamak içindir.

Emperyalist kapitalist sistemin savaş rejimi konjonktüründe, faşist TC, Ortadoğu’da neo-Osmanlıcılık hayalleri doğrultusunda politika güden, işgal hamleleri yapan, siyasi ve askeri olarak bölgeye nüfuz etmeye çalışan ve son on yıldır Kürt halkına karşı (sınırları içinde ve dışında) kesintisiz, topyekun savaş yürüten bir konumdadır. TC, yeni savaş denklemleri ve güç hiyerarşisinde ekonomik, askeri ve siyasi olarak büyük kazanımlar elde etme ve jeostratejik konumunu küresel üretim ve tedarik zinciri içerisinde güçlendirme arzusu ile hareket etmektedir. Diğer taraftan, AKP-MHP faşist iktidarı ne kendi krizini ne de tarihsel arka planı da olan yapısal devlet krizini çözebilmiştir. Devlet ve sistem krizi, hayatın her alanına yayılmış durumdadır. Bugün ekonomik, toplumsal, siyasal krizi iç içe geçerek daha da derinleşmekte ve faşist iktidarın açmazını oluşturmaktadır. İktidar yapısı, bu bütünleşik kriz denklemlerini ne çözebiliyor ne de öteleyip geçiştirebiliyor. Bu yönüyle devlet formu, sistem krizini aşmaktan uzak olduğu için kırılgan bir yapı üzerinde durmaktadır. Faşist TC, her anlamda krizlerin sıkışmışlığı, sermaye birikiminde geldiği düzey ve bölgedeki pozisyonu ile birlikte çok ciddi açmazlarının varlığına rağmen büyük kazanmayı hedeflemektedir. Faşist rejim, oluşan fırsat ve riskler ortamında hareket etmektedir.

Suriye ve Rojava’da yürütülen sömürgeci-işgalci savaş, TC’nin bu fırsat ve risk denkleminden doğru hareket etmesinin bir başka ifadesidir. Yine Somali-Etiyopya arasında oynadığı rol, Afrika ve yeni sahalara girme arayışı büyük oynama ve kazanmanın ardışık hamleleridir. İçerideki toplumsal öfkeyi, ekonomik sıkışmışlığı, siyasi ve askeri gücünün düzeyi ile dışarıda yayılmacılık yönünde yaptığı hamlelerle birlikte aşmak istemektedir. Devlet Bahçeli’nin açıklamaları da yine bu düzlemin içerisinden gerçekleşmiştir. Tüm bunlar, konjonktürde büyük kaybetme ihtimalinin olduğu kadar büyük kazanmanın da olası olduğu bölge denklemi üzerinden gelişmiştir. Faşist TC, içerideki tıkanma noktalarını aşmak ve ötelemek amacıyla dışa doğru (bölgesel) hamleler yapmaktadır.

Devlet Bahçeli’nin yaptığı hamlenin bir nedeni bölgede büyük kazanma hedefiyken bir diğer nedeni de faşist TC’nin, PKK ile yürüttüğü savaşta yaşadığı açmazdır. Esasta PKK ile yürütmüş olduğu savaşta TC, bir bataklığın içerisine girmiş ve PKK’yi imha-tasfiye etme amacını gerçekleştirememiştir. MSA’da TC, her türden silah ve üstün teknolojisine, KDP işbirlikçiliğine rağmen gerillanın direnişi karşısında yenilmiştir. Kapatılamayan Pençe-Kilit, verilen ağır kayıplar, Kürt özgürlük gerillasının her koşulda güçlendirdiği savaşma kapasitesi, devlet aklının çözüm-tasfiye seçeneğini yeniden tedavüle sokmasına neden olmuştur.  Bahçeli’nin uzattığı elin alt belirleyenlerinden biri de budur.

Öte yandan şu da açıktır ki, faşist iktidar topyekun, kesintisiz savaş halini kalıcı bir moment haline getirmiş, savaş ile var olmuş ve sadece savaş ile var olmaya devam edecek bir iktidar ilişkisi yaratmıştır. Bu pervasız ve ölümcül savaş mekanizması olmadan faşist siyasetin konsolidasyonu ve mobilizasyonunu sürdürmesi imkansızdır. AKP-MHP faşist iktidarının Rojava’ya karşı yürüttüğü sömürgeci-işgalci savaş, doğrudan Türkiye işçi sınıfı ve emekçilere, ezilen halklara, kadınlara ve tüm devrimci demokrat güçlere karşı yürütülen bir savaştır. Rojava’ya dönük her bir saldırı derinleşen sömürü, grev yasakları, keskinleştirilen yoksullaştırma, hayat pahalılığı, özgürlük yoksunluğu, artan faşist terör ve şiddet olarak içeriye dönmektedir. Faşist AKP-MHP iktidarı, Kürde karşı yürüttüğü savaşı aynı zamanda Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerini, toplumu kontrol ve denetim altına almasını sağlayacak, rıza üreterek hegemonyasını yeniden tesis etmeye dayalı bir savaş mekanizmasına-siyasetine dönüştürmüştür. Türkiye tarafında emekçi sınıfların, ezilenlerin, kadınların, ezilen cinsel kimliklerin, gençlerin direnç ve mücadele dinamiklerini, hak alma eylemlerini, örgütlenme ve grev hakkını zapturapt altına almak için de bu savaşa başvurmaktadır. Tam da böylesi bir konjonktürde faşist devletin sesini en derinden temsil eden figür olarak Devlet Bahçeli’nin uzattığı elin anlamı çok açıktır. O uzanan elin, o meclis kürsüsünden yapılan çağrının amacı Kürt halkına, Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Rojava’ya teslimiyeti dayatmak, mücadele ve direnişi silahsızlandırmaktır. Sözde uzatılan elin zamansallığına dikkat ettiğimizde,  Rojava ve Suriye’ye dönük planlanan işgal ve savaş süreci ve akabinde bölgede değişecek dengeler için içeride bir ön alma girişimi olduğunu görebiliriz.

Normalleşme ve Bahçeli’nin son hamlesi kimseyi yanıltmasın; iç cephe tahkimatı, dünyada ve bölgede yaşanan savaş konjonktüründe faşist iktidarın Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşı, emekçi sınıflara karşı sürdürdüğü azgın sömürü ve gasp programını sürdürebilmek için kitleleri ikna etme ve rıza üretme arayışından başka bir şey değildir. Kan, ölüm ve fetih söylemleriyle Erdoğan kendi koltuğunu sağlamlaştırmanın ve iktidarını büyük devlet miti propagandasıyla sürdürmenin peşindedir.

Sermaye sınıfı ve faşist iktidarın saldırı programı ve var olan mücadele dinamiği

Faşist AKP-MHP iktidarı sermayeye olağanüstü bir hareket ve tam bir serbestlik alanı veren politikalar izlemektedir. Asgari ücretin, toplu iş sözleşmelerinde ücret zamlarının hedeflenen enflasyon temelinde baskılanması, IMF’siz IMF programının uygulanması, kitlelerde öfke birikimini alabildiğine yoğunlaştırdı. Faşist iktidarın sermaye lehine emek maliyetlerini, vergi yükünü ve finansman giderlerini azaltan teşvik sistemleri, sermayenin merkezileşmesinde ve yoğunlaşmasında kritik rol oynamaktadır. Yatırım teşvik sistemi aracılığıyla, şirketlerin ulusal ya da uluslararası pazardaki hareket alanı genişletilmektedir. 2025 bütçesi, özellikle dolaylı vergiler, özel sektör teşvikleri ve kamu kaynaklarının dağılımı üzerinden vergilendirme politikaları ve kamu harcamalarının dağılımı incelendiğinde sermaye sınıfının önünün nasıl açıldığı görülecektir.

Sermaye birikimini azamileştirme, hiç kuşkusuz sömürü ve talan azamileştirilmeksizin mümkün değildir. Bu da yıkıcı proleterleştirme dalgasını, mülksüzleştirme ve el koyma saldırılarını, despotik emek rejiminin örgütlenmesini, açlık sınırında bir asgari ücreti, sermayeye ucuzundan can ve taze kan olsun diye MESEM’lerle çocukların fabrika ve atölyelere koşulmasını, “küresel fabrika”larla bütünleşik ağır çalışma koşullarının olduğu OSB’lerin  yayılımını, doğanın sermayenin konusu haline getirilmesi ve tahrip edilmesini, ülkenin her bir tarafının maden sahasına dönüştürülmesi ve madenlerin uluslararası tekellere peşkeş çekilmesini, kadınların evsel köleliğini derinleştirmeyi ve buna karşı gelişen itirazın bastırılması için erkek devlet şiddetini, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin kendi davasına değil sınıf düşmanının davasına asker yazılması için Kürt düşmanlığı ve göçmen karşıtlığı ile sersemletilmesini ve daha nicesini içeren bir saldırı programını zorunlu kılmaktadır.

Faşist iktidar, krizinden çıkışı örgütlemek, sermaye birikimini katlamak için işçi sınıfı ve emekçi kitleleri son sınırına kadar zorlayacak bir kemer sıkma ve sömürü programı olarak OVP ile emekçi sınıflara adeta savaş açtı.

Önümüzdeki yıl düşük ücret ve yüksek vergi oranları, ağır sömürü koşulları ve işsizlik cenderesi ile açlık ve sefaletin had safhada yaşanacağı, buna karşı itirazları bastırmak için baskı ve şiddet politikalarının çok daha yoğunlaşacağı bir yıl olacak. Elbette direniş dinamiklerinin de çok daha büyüdüğü ve kendisini eylemli bir şekilde ifade edeceği bir yıl olacak. Bir yerde özgürlük yoksunluğu iki kat daha artarken, açlık ve yoksulluk çığ gibi büyürken, sermayeye kaynak aktarmak için mülksüzleştirme saldırısı tam gaz devreye sokulurken, insanların yaşam alanları ve doğa tahribinde sınır tanınmazken, kadınları ikincilleştiren, cins kırımını örgütleyen politikalarla kadınların kendi kaderlerini ellerine alma mücadelesi sistematik olarak hedef alınırken, ulusal özgürlük talebiyle ayağa kalkan Kürt halkına dönük soykırım politikaları devreye sokulurken direniş, isyan ve ayaklanmalarla devrimci mücadelenin yükseleceğini öngörmek zor olmasa gerektir. 

Fernass, Özak, Polonez, Abrobay, As Plastik, Filidea Tekstil, MKB Rondo, Elba Bant, Eti Krom, Alpagut, Befesa, Gratis, Sarar, Lezita, CarrefourSA, Eker, inşaat işçilerinin inşaat şantiyelerinde yürüttükleri direnişler, Birleşik Metal İş’te örgütlü metal işçilerinin grev yasağını hiçe sayması… İsmini sayamadığımız, ülkenin dört bir tarafına yayılmış, birçok farklı sektörden ve bir kısmı hala devam eden onca grev, nöbet, eylem… Bir adım geri çekilip 2024’ün tamamına bu gözle baktığımızda işçi sınıfının geride bıraktığımız bu yılı sıklığı, yaygınlığı ve direnci azımsanmayacak ölçüde ve sayıda direnişle geçirdiğini görüyoruz. Birçok sınıf bölüğünün hak arayışını eylemli biçimde ifade edişi, eylemlerin radikalleşme eğilimi, grev yasaklarının tanınmaması… Bunlar, sınıf içerisinde artan mücadele dinamiklerinin işaretidir.

Önümüzdeki temel görevlerden biri her birisi kendi mecrasında akan işçi direnişlerini, işçi sınıfının henüz eyleme dökülmemiş öfkesini faşist iktidarın ve sermayenin karşısına dikecek bir sınıf hareketini oluşturmaktır. İşçi sınıfı kendi davası için dövüşmüyor, sadece liraya kuruş ekleme mücadelesi ile sınırlı bazı refleksler gösteriyorsa orada sınıf hareketinden bahsetmemiz sözkonusu olamaz. Faşizme, şovenizme ve erkek egemenlikçi kapitalist sisteme karşı mücadele ile buluşmayan bir sınıf kendi davasının savunucusu olamaz.

Üretim ve yaşam alanlarında gelişen her sınıfsal tepkiyi, öfkeyi, her sınıf kıpırtısını birleşik mücadelenin temel gündemi yapalım, sınıf hareketini yükseltelim. Asgari hayatlara mahkum edilmişliğe öfkeyi örgütleyelim. Temel yaşam ihtiyaçlarını bile karşılayamaz kılınan emekçi sınıfların öfkesini büyütelim. Nizami, hukuk sınırları içerisinde ilerleyen eylem biçimlerini aştıracak, sınıfın yıkıcı öfkesini açığa çıkaracak mücadele araç ve biçimlerini yaygınlaştıralım.

Bugün yaşanmakta olan devletin mafyalaşması, mafyanın devletleşmesidir

Mafyalaşma ve çeteleşme, faşist iktidarın toplumu çürütmek ve parçalamak amacıyla oluşturduğu bir siyasetin sonucudur. Bu süreç, aynı zamanda iktidara ekonomik bir rant alanı da kazandırmaktadır. Cezaevlerinden salınan ülkücü faşist, eli kanlı mafyalar bu iktidarın ittifak bileşenleridir. Bu ilişkilerin ne kadarının kontrol edilebilir olduğu veya çığrından çıktığı, yine bu ilişki ağının bir sonucudur. Devletin bütün kademelerine, siyasete, hukuka sızmış ve bütünleşmiş bu ilişkilerin nerede başlayıp nerede bittiği belli değil. (En son devlet klikleri arasındaki çatışmanın bir sonucu olarak sağlık ve yargıya uzanan Yenidoğan çetesi buna en iyi örnektir.) Belli olan, bu ilişkiler ağının her yönüyle, her yerde var olması ve bunun kurulan savaş mekanizmasının bir ürünü olmasıdır. Bunu anlamadan, toplumda örgütlenen mafyalaşma, çeteleşme, kara para, uyuşturucu ve fuhuş ağlarını, bunların devletle bütünleşmesini ve gündelik yaşamda sürekli olarak ortaya çıkan şiddet ve cinnet halini anlayamayız.

Temel bir doğrudur, hayat boşluk tanımaz. Emekçi semtlerde biz yoksak sınıf düşmanımız kendisini örgütler. Düne kadar devrimcilerin faaliyet alanı olan emekçi semtler, bugün farklı farklı çetelerin yuvalandığı, beslendiği alanlar haline geldi. Çeteleşme ve mafyatik düzen, özellikle antifaşist mücadele dinamiklerinin güçlü olduğu semtlerde bizzat devlet tarafından örgütlendi. Emekçi semtleri devrimci mevzilerimiz haline getiremediğimiz, faşizme karşı biriken öfkeyi düşmana yöneltemediğimiz için bugün buralar mafya ve çetelerin çürütücü ve yozlaştırıcı ilişki ağlarına teslim olmuş durumda. Antifaşist mücadeleyi yükseltecek, faşizmi sarsacak bir direniş çizgisi geliştireceksek; emekçi semtleri kentlerdeki dağlarımız haline getirmeli, hem yuvalanacak mekan hem de en alttakilerin öfkesine benzin dökebileceğimiz direniş odaklarına dönüştürebilmeliyiz. Toplumsal çürüme ve yozlaşma, toplumun kanal bulup düşmana yönelemediği için içe doğru patlayan öfkesinin de bir sonucudur. Biz bu mevcut toplumsallığı yıkıp mücadele içerisinde yeni bir toplumsallık örelim. Sınıf kinini/nefretini bileyelim. Çünkü nefret, harekete geçirici temel etmenlerden biridir. Öfkenin bir üst düzeyidir. Mülksüzleştirilenlere karşıtlık eksenini oluşturacak fiilleri yaptıran da kendi yaşamlarını enkaza çeviren burjuvaziye karşı sınıfsal bir zeminde konumlandıran da bu nefret olacaktır.

Birleşik devrimimiz aynı zamanda bir kadın devrimi olarak gelişecektir

Kadın cinayetleri, cins kırımı, sadece erkek faillerle açıklanamaz; hem doğrudan şiddeti örgütlemesi hem de fail erkekleri koruyup kollaması ile erkek egemen kapitalist devletin karakteristik yönünü oluşturmaktadır.

Kadınlar,  yaşam hakkı başta olmak üzere ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel her cephede hakları için direniyor; işçi eylemlerinde, toplumsal hareketlerde, doğayı savunma eylemlerinde ve yaşamın her alanında gelişen direnişlerde en ön saflarda yer alıyorlar. Dünyada gelişen isyan ve halk ayaklanmalarına öncülük ediyor, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin her cephesinde en ön mevzilerde yerlerini alıyorlar. Aynı zamanda bir kadın devrimi olarak da gelişen Rojava Devrimi’ni sömürgeci-işgalci TC ve paralı çetelerine karşı canları pahasına savunuyor; devrimin inşasının her aşamasında yerlerini alıyorlar.

Türkiye’de artık bir cins kırımı halini almış olan kadın cinayetleri, erkek devlet şiddetinin bir sonucudur. Kadınlar, bir kişi daha eksilmemek için seslerini yükseltiyorlar. Yoksulluğun en şiddetlisini yaşamamak için isyan ediyorlar. Bedenleri ve emekleri üzerinde kendilerinden başka kimsenin söz hakkı ve tahakkümü olmasın istiyorlar.

Ancak bu arayış, bu kıpırdanma, bu isyan henüz erkek egemen kapitalist sistemi ve faşizmi cepheden karşılarına alma biçiminde gelişmiyor. Kadınların birleşik devrim mücadelesine bağlanarak yürüyecek bir kadın mücadelesi devrimimizin en ileri mevzisini oluşturacaktır. Henüz sistematik ve örgütlü bir düzleme sıçramamış olan özsavunma eylemlerine yön kazandırabilmek, fail erkekten ve devletten hesap soruculuğu bir üst düzeye çıkartıp, mücadeleyi örgütlü ve silahlı bir direnişe evrilterek erkek egemen sistemi sarsabiliriz. Kadının görünen ve görünmeyen emeği üzerinden işleyen sömürü çarkını kırma mücadelesini büyütebilirsek, evsel köleliğe de  çifte sömürüye de karşı güçlü bir mücadele mevzisi inşa edebilirsek özgür ve eşit bir yaşamın yolunu açabiliriz. Birleşik devrim hareketi, ulusal, sınıfsal sömürü ile cins temelli sömürünün iç içe geçtiği patriyarkal kapitalist sisteme karşı her cephede yürütülen mücadeleleri sahiplenir ve bu iç içeliğe uygun bir mücadele hattı geliştirebilirse kadın özgürlük mücadelesinin önünü açabilir. Böylece hem ulusal kimliği hem de kadın kimliği ile hedefe oturtulan Kürt kadınların mücadelesi ile Polenez direnişinin en önünde yer alan kadın işçilerin mücadelesi, kadınların her türlü ikincilleştirmeye, baskı ve tahakküm ilişkilerine karşı kendi kaderini ellerine alma ve özgürlük mücadelesi aynı kanala akacak, kadın özgürlük mücadelesinin önü açılacaktır.

Kürdistan’ın işgaline sessiz kalan Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri özgür olamaz

İçeride ve dışarıda faşist TC’nin politik yönelimlerini belirleyen temel etmenlerden biri Kürt halkına karşı Rojava, MSA ve Kuzey Kürdistan’da yürüttüğü savaştır. Özgürlük yoksunluğumuz da açlık ve sefaletimiz de gelip Kürdistan’daki savaşa bağlanmaktadır. Kürdistan’daki işgal ve savaş, Türkiye halklarının yaşamının bir bütün olarak ipotek altına alınması demektir. Bir halk, kadını erkeği en değerli evlatlarıyla her gün can bedeli Kürdistan’ın asi dağlarında bir savaş yürütüyor. Bu savaş,  Kürdistan sınırlarından taştığında Türkiye devriminin de önü açılacaktır. Kürt özgürlük savaşçılarının Ankara’nın göbeğinde TUSAŞ’ta sıktığı merminin, patlattığı bombanın, gücüne güç katacak olan Türkiye devrim güçlerinin devrimci savaş çizgisini pratikleştirebilmesidir. Önümüzdeki eşik faşist rejime karşı birleşik devrim mücadelemizi Türkiye metropollerinde milis ve öncü gerilla eylemleri ile büyütmek, antifaşist mücadelenin önünü açmak olmalıdır.

Kürt özgürlük hareketi, dünya çapında Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridi kırıp özgürleştirecek bir hamle yürütüyor. Kürt halkının özgürlüğü ile önderliğinin özgürlüğü birbirinden kopmazcasına birleşmiştir. Birleşik devrim güçleri hem İmralı tecridini kıracak hem de devrimci tutsakların mücadelesini ileriye taşıyacak her türlü eylemi önüne çekmelidir. Kürt halk önderinin ve zindanlardaki tüm devrimci tutsakların özgürlüğünü kazanmak, günün devrimci görevlerinin başında gelmektedir. Her birleşik devrim savaşçısı, milisi, birleşik devrim mücadelesini fiili meşru mücadele alanlarında yürüten güçleri, bu perspektifle önümüzdeki döneme hazırlanmalıdır.

Gençliğe umudu, birleşik devrime gençliğin dinamizmini taşıyacağız

Derinleşen açlık ve sefaletle birlikte aile geçimini sağlamak için çocuklar, en ağır koşullarda işe koşuluyor. MESEM projesi adı altında çocuklar; azami kar güdüsü ile sermayenin, patronların boyunduruğu altında sömürülüyor, eziliyor, katlediliyor. Çocukların eti de kemiği de  sermayenin azgın ve vahşi dişlileri arasında öğütülüyor. Korumasız, gözetimsiz, denetimsiz ve her şeyden yoksun şekilde iş cinayetlerinde çocuklar katlediliyor. ÇEDES projesi ile okullarda çocuklar, dinci-gerici müfredatla kuşatılıyor. Diğer taraftan yoksul çocuklar tarikat yurtlarında tacize, tecavüz ve istismara uğruyor ve bunu yapanlar dinci faşist iktidar tarafından korunup kollanıyor.

Öğrenci gençlik, artık açlık ve sefalet koşullarında ailelerinden yeterli desteği alamadıklarından okuyabilmek için çalışmak zorunda. Fabrikalarda, madenlerde, lojistik depolarında, turizmde, tekstilde, tarımda ucuz işçilik namına öğrenciler üretim tezgahına sürülmekte, hizmet sektörüne koşulmaktadır.  

Gençlik gelecek hayallerinden yoksun, işsizlik ve yoksulluk belasına mahkum bir hayatla karşı karşıya. Genç intiharlarının bunca artmasının nedeni yaşanmakta olan umut kırımıdır. Kapitalist sistemin gençliğe her geçen gün daha da ağırlaşan yaşam ve çalışma koşulları dışında vaat edebileceği hiçbir şey kalmadı. Birleşik devrim hareketi, çocukluğunu ve gençliğini yaşayamayanlara gelecek umudu, devrime gençliğin enerjisini taşımak zorundadır. Gençliğin kabına sığmazlığını eyleme dökecek militan bir mücadele hattını geliştirmek temel sorumluluğumuzdur.  

Birleşik devrime yürüyeceğiz!

2024 yılı içerisinde gelişen gerilim noktaları ve mücadele düzeyini iyi değerlendirip dersler çıkarmalı; bu dersler ışığında devrimci mücadeleyi keskinleştirerek devrimci kitle şiddetini örgütleme perspektifiyle hareket etmeliyiz.

Birleşik devrim hareketi olarak bir köstebek misali devrime ilerleyecek tünelleri kazacak, yılmadan usanmadan tüm sınıfsal ve toplumsal direniş dinamikleri içerisinde yuvalanacak, varolan mücadele ve direnişlerin militanlık eşiğini yükselteceğiz. Önümüzdeki dönem hedefimiz; tüm direniş ve mücadele kollarını buluşturarak, öncü devrimci şiddet eylemleri ile birleşik mücadeleyi ileriye taşımaktır. Faşist TC tarafından Rojava Devrimi’ni yok etmek için yürütülecek yeni işgal hamlelerine karşı devrimi en ileriden savunmaktır.

Yaşamımıza, emeğimize, doğamıza sahip çıkmak, kendi üstümüzde ve dışımızda hiçbir gücün -ne sermayenin ne de onun devletinin- bizi tahakküm altına almasına izin vermemek için ölüm iktidarına karşı silahlarımızı kuşanacak, birleşik devrim mücadelesini yükselteceğiz! Elimizin altındaki her şeyi silaha çevirecek, varolan silahlarımızı keskinleştireceğiz! Faşizme, erkek egemenliğine, işgalciliğe ve sömürgeciliğe karşı tek kurtuluş reçetemiz; örgütlenmek, silahlanmak ve savaşmaktır!

HBDH Genel Konseyi – Aralık 2024




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir