TÜRK BURJUVA DEVLETİN ELİNDE ERMENİ HALKININ KANI VAR

318

Ulus devletleşme süreçleri kanlı boğazlaşmalarla doludur. Tarihteki en yaygın ve kitlesel kitle kıyımları da bu süreçlerde yeni oluşan ulus devletler eliyle gerçekleştirildi. Fetihçi, yayılmacı, saldırgan, ırkçı idealler bazen dini araçsallaştırarak bazen ‘ari ırk’ gibi bir ulusun üstünlük iddialarıyla milyonların kanı akıtıldı. Ermeni, Süryani, Rum halkına dönük yapılan kitlesel kıyım, pogrom, soykırımlar da bunlardan bağımsız değildir.

Osmanlı döneminde Ermeniler “millet-i mahkûme”, “millet-i sadıka” kavramlarıyla anılıyordu, Müslümanların sahip olduğu haklardan bile yoksun, ikinci sınıf bir tebaa olarak yaşıyorlardı. Çifte vergilendirme zulmü altındaydılar ve sosyal hayatta da bir dizi kısıtlamalar mevcuttu. 1939 Tanzimat Fermanı’ndan başlayarak görece bazı haklar elde etmeye başlasalar da Müslüman halklarla yine de hem eşit olamadılar hem de belli bölgelerde çifte vergilendirmeden kurtulamadılar. Bununla birlikte yasa, Ermenilerin, küçük düşürülmesine ve hakarete uğramalarına son verilmesini, bu davranışları yapanların en ağır cezalara çarptırılmasına dönük bazı değişimleri kapsıyordu. Bunlarla birlikte, Ermeniler serbestçe oy verme, temsilcisini seçme ve önerme hakkı kazandı. Fakat Ermeni halkı bakımından bu olumlu olan gelişmeler de çok uzun sürmez…

SOYKIRIMA DOĞRU

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemin de başlayan Ermenilere dönük tehcir ve sürgün politikası soykırımla devam eder. Ermenilere karşı soykırım; İçişleri Bakanı Talat Paşa, Nazireye Bakanı Enver Paşa ve Eğitim bakanı Dr. Nazımın imzaladıkları gizli genelge ile başlatılır. 15 Nisan 1915 tarihli genelgede; “Ermenileri yok etmek lazım. Osmanlı bu konuda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacaktır. Türk topraklarında Ermenilerin yaşama ve çalışma hakkı tamamen iptal edilmiştir. Buna göre hükümet, beşikteki bebeklere bile acınmamasını emrediyor” denmektedir. Bu genelge ardından Ermeni halkıyla başlayan Süryani halklarını da kapsayan soykırıma dönük ‘seferberlik’ ilan edilir. 18 ile 45 yaşları arasındaki tüm Ermeniler önce ‘Amele Taburları’nda silah altına alınır. Böylelikle 1915-1918 arasında 300 bin Ermeni zorla askere alınır. Oluşturulan “Amele Taburları”nda yer alan Ermeniler, Enver Paşanın emri ile infaz edilir. Seferberliğe, Ermenilerin silahsızlandırılması, aydınların tutuklanması ve sürgünde öldürülmesi eşlik eder.

SOYKIRIM PLANI ADIM ADIM UYGULANDI

Ermenileri tehcir ve sürgün etme politikası Van’dan başlatılır. Van’da ilçe ve köyler Teşkilat-ı Mahsusa çetelerince saldırıya uğrar. Kısa sürede on binlerce Ermeni katledilir. Bu saldırganlık, Bitlis, Ağrı, Antep, Maraş ve Malatya’ya hızla yayılır. İstanbul’dan Van’a, Samsun’dan Adana’ya uzanan tüm yerleşim yerlerinde İttihat ve Terakki çeteleri Ermenileri katletmeyi sürdürür.

Adana da 1909 yılında 1-3 Nisan da Osmanlı egemen sınıflarınca Müslüman-Ermeni çatışması örgütlenir. Adana merkez ve köylerinde katliam yapılır. Dönemin hükûmeti yaşananları incelemesi ve bir olay raporu hazırlaması için, dönemin Ermeni milletvekili, Hakob Papikyan’ı Adana’ya gönderir. Hakob Papikyan, Adana’da yaşananları detaylı bir şekilde inceler ve raporunu meclise sunar. Hazırladığı raporda, “kurban sayısı 30 bin” olduğu ayrıca “katliamların yerel makamların bilgisi dahilinde ve emriyle düzenlendiği apaçık ortada” diyerek katliamın bir devlet işi olduğunu belirtir. Bu sürece kadar İttihatçılar ve Ermeni Taşnak örgütü arasında ki ilişkiler sürer. Adana da yaşananlar, İttihatçılar ve Taşnak ilişkisini bozmaz. Her iki taraf meşrutiyeti koruyacaklarını ilan ederler. Taşnaklar, İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle birlikte seçime girip parlamento da birlikte ortak bir tutum alabilecek düzeydeydi. Ve iki parti arasında ki ilişkiler de esasen Ermeni köylerine dönük saldırılar, katliamlar, çifte vergilendirmeye karşı verilen taahhütlerin yerine getirilmemesine karşısında bozuldu.

Balkan savaşları, Ermeniler için bir dönüm noktası olur. Bir yandan Balkan ülkelerinde ulusal özgürlük temelli ayaklanmalar yaşanmaktadır. Afrika ve Avrupa dan kovulan Osmanlı, Anadolu da sıkışıp kalmıştır. Müslüman göçmenlerin akın akın gelişi, Hristiyan düşmanlığını da büyütür. Osmanlı savaştayken iktidarda olan İttihat Terakki Partisidir. Eski yönetimin benimsediği, ittihat-ı anasır; yani dini, milli cemaatleri bir arada tutma siyasetinin iflas ettiğini kabul eder. Egemen olunan topraklarda Müslüman ve Türk olmayanlardan arındırılma politikası geliştirilir. İttihat ve Terakki’nin 1911 tarihli Selanik kongresinden başlayarak Anadolu’da Türkleştirme ve Müslümanlaştırma programı başlatılır. Anadolu Türklerin vatanı olarak ele alınacak. Oysa bu topraklar da, Ermeniler, Kürtler, Türkler, Rumlar ve başka halklarda yaşamaktadır.

Ermeni örgütler, 1912 de altı il için özerklik isterler. Bu taleplerini Rusya ve Avrupa devletleri de destekler. Yeşilköy Anlaşması sonrası bu talebi Osmanlı kabul eder. Özerklik; Van, Muş, Bitlis, Sivas, Erzurum ve Diyarbakır’ı kapsamaktadır. Yapılan görüşmeler sonrası bu alanlar iki yönetim bölgesine ayrılır. Yönetmek için iki vali atanır. Norveçli müfettiş Hoff ve Hollandalı Westenen 1914 Ağustos’unda Erzurum’a gelirler. Aynı yıl içinde 1.Emperyalist paylaşım savaşı başlar. Savaşı, Ermeni halkından kurtulmak için bir fırsat olarak gören İttihat Terakki ekibi, Türk ve Müslüman bir devlet kurmak için halklara karşı katliamlar örgütlemekte hiçbir tereddüt yaşamaz.

Van’da, Ermeniler ve Kürtler arasında çatışmalar yaşanır. 1915 Nisan’ında İstanbul’a ayaklanma olarak yansıtılır. İttihatçılar, yaşanan bu gelişmeleri bahane ederek Ermenileri tehcir kararı alır. Tehcirin resmi gerekçesi, ‘ordu için tehlike teşkil eden Ermenilerin savaş bölgesinden uzaklaştırılmasıdır. 14 Mayıs 1915 de yürürlüğe giren tehcir kanununda “1915 de Ruslarla çarpışan Türk ordusunu arkadan vurmaya çalışan Ermeni çetelerine yardım eden Ermenilerin güneye gönderilerek yerlerinin değiştirilmesi” biçiminde karar verilir. Alınan bu karar kapsamlı bir soykırım planıdır aslında.

Tehcir kanunu maddelerinden “1- Vakti seferde ordu ve kolordu ve fıkra komutanları ahali tarafından herhangi bir suretle evamir-i hükümete ve müdafaa-i memlekete ve muhafaza-i asayişe müteallik icraat ve tertibata karşı muhalefet ve silahlı tecavüz ve mukavemet görürlerse, derakap, kuvayi askeriye ile şiddetli surette tahribat yapmaya ve tecavüz ve mukavemet esnasında imha etmeye mezun ve mecburdur. 2- …Ordu birimleri, askeri icaplara mebni veya casusluk ve hainliklerini hissettikleri köyler ve kasabalar ahalisini tek tek veya topluca diğer yerlere sevk ve iskan ettirebilirler” bu kararlarla Ermeni halkının katliamı ve sürülmesi yasal hale getirilir.

Çıkarılan kanun, şifreli telgrafla illerin vali ve kaymakamlarına iletilir. Belirlenen yerlerin 24 saat içinde boşaltılması emri verilir. Polis, asker ve milis, kapıları çalar ve hemen evlerini ve bulundukları alanları terk etmeleri için kısa bir zaman verir. Ermeni halkı geride her şeylerini bırakarak belirlenen alanlarda toplanırlar. Hasta, çocuk, yaşlı kadınlar, Kürdistan ve Türkiye’den uzun bir yolculuğa çıkarılır. Erkekleri toplayarak ‘Amele Taburları’na alınır. Buraya alınanlar bir daha dönmezler. Ya çok çalıştırılıp açlık ve hastalıktan, esasta da toplu katliamlar da ortadan kaldırılırlar.

SÜRGÜN YOLLARI ÖLÜM YOLU

Ermeni halkını sürgün yollarında açlık, şiddet, çete saldırıları ve toplu ölümler karşılar.

Zorla sürgün 70 yerleşim yerinde aynı anda başlar. İktidarı 1913 Ocak’ta ele geçiren İttihat ve Terakki Partisi Tehcirle amaçladığı Anadolu’nun Müslüman ve Türk ‘unsurlardan arınmasıdır. Bunu, Enver Paşanın Harbiye Nazırı olmasıyla örgütlenen Teşkilat-ı Mahsusa (Özel Örgüt) kurulmasında da görüyoruz. Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından Kuşcubaşı Eşref; “teşkilatın görevi Anadolu’da gayrı Türk unsurların tasfiye edilmesidir” der. Bu bütün planın bir özetidir. Teşkilat-ı Mahsusa gizli örgütlenmedir. Tutsaklar, kaçaklar, katiller, hırsızlar ve ırkçılar bu örgüte alınır. Bunların görevleri, “hükûmetin görünürdeki kuvvetlerinin ve asayiş teşkilatının katiyen başaramayacağı hizmeti yerine getirmektir. Hainler ve sadıklar ayrılmalıdır. Bu amaçla büyük bir plan hazırladık… bu plan, Osmanlı Devleti’nin asırların yükü ve mirası olarak omuzlarında taşıdığı mazi miraslarının zararını asgari hadde indirecek tedbirleri ihtiva ediyordu” der.

Bahaddin Şakir, Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından birisidir. Şakir, “cemiyet vatanı bu melun kavim (Ermeniler) ihtisasından kurtarmaya dahi hazırdır. Osmanlı tarihine sürülecek lekenin mesuliyetini düşulhamiyetini almaya karar vermiştir’’ diyerek yapacaklarını bir sınırı olmadığını ifade eder.

Ermeni Soykırımının resmi olarak başlangıç tarihi, 24 /25 Nisan olarak kabul edilir.  Devlet için Van’da yaşananlar bir gerekçe olur. Ermeni toplumunun önde gelenlerini tutuklar. Aralarında, şairler, yazarlar, doktorlar; Grigor Zohrap, Daniel Varujan,  Siamanto, Ruben Zardanyan, Ruben Sevak, Hovhannes Tılkatintsi, Melkon Gürcüyan, Yeruhan, Sımbat Bütat, Tigran Çöküryan, Nazaret Tağavaryan gibi bir çok Ermeni aydın; Sivas, Amed, Merzifon, Erzurum, Kayseri, İzmir, Malatya, Elazığ, Bitlis, Samsun ve Adana’dan toplanarak ölüm yolculuğuna çıkarılır. Bu tutuklama ve sürgünleri daha kitlesel sürgünler izler. Neredeyse İstanbul’da yaşayan çok sınırlı Ermeni dışında yüz binlercesi sürgün için ölüm yolculuğuna çıkarılır. Yüz binlerce Ermeni halkımız, kendi topraklarından kopartılır. Sürgün boyunca açlık ve gördükleri şiddetten yaşamlarını yitirirler. Kafilenin geçtikleri yerler Ermeni halkının parçalanmış bedenleri ile dolar taşar. Buna birde çetelerin saldırıları eklenir.

Bir halk, başka bir ulus burjuvazisini var etmek için soykırımdan geçirildi. Adına Ermeni tehciri denilen politika esasta bir devletin bir halkı tarihsel topraklarından yok etmeye yönelik organize eylemidir ve yapılan soykırımıdır. Ermeni halkımızdan bir buçuk milyon insan İttihat ve Terakki tarafından iktidarlarını güçlendirmek için kurşunla, süngüyle, açlık ve susuzlukla katledildiler. Katledilenlerden geride ne mezar taşı ne bir anıt dahi kalmadı. Soykırımdan kurtulanlar dünyanın dört bir yanına nar taneleri gibi dağıtıldı. Kendi topraklarından uzakta sürgün yaşamına maruz bırakıldı.

TÜRK BURJUVAZİNİN GELİŞİMİ KANLI TARİH ÜZERİNE KURULUDUR

Yaşanan soykırımın üzerinden 110 yıl geçti. İnkâr ve yok sayma devam ediyor. Soykırım sadece fiziki katliamla da sınırlı kalmadı: Ermeni halkının tüm maddi birikimlerine el konularak, yeni Türk ulusal burjuvazinin sermaye birikimine kaynak olarak sunuldu. Ermeni halkının bütün tarihi-kültürel mirasının yok edilmesi hedeflenerek soykırım uygulamaları genişletildi. Devlet Ermenilerin, toparlanmasına ve kendi haklarına sahip çıkmasını her seferinde engelliyor. Bunu Hrant Dink örneğinde de gördük.

Türkiye ve Kürdistan halkları içinde Türklük ve İslam kullanılarak Ermeni düşmanlığı körüklendi. Resmi devlet politikası olarak tek din, tek dil, tek mezhebe dayalı resmi ideoloji inşa edildi. Resmi tarihe bağlı olarak okullar, camiler, medya ve basın aracılığıyla toplumda ırkçı bir kültür, ideolojinin oluşturulması için tüm devlet olanağı kullanıldı.

FAŞİZMLE HESAPLAŞMAK İÇİN SOYKIRIMLA YÜZLEŞİLMELİ

İnsanlığın tanık olduğu, bu zulmün hesabını sormak için, halkalarımızın, faşizme karşı birleşmesi ve devletten hesap sorması gerekir. İttihat Terakki’nin varisleri, Erdoğan, Bahçeli, Hakan Fidan, Meral Akşener, Güler.. ez cümle devlet temsilcilerinde somutlanmaktadır. Faşizmle hesaplaşmak soykırımla yüzleşmekten geçiyor. Soykırım sadece Ermeni halkının acısı olmakla kalmıyor. Bu soykırımcı zihniyet tüm emekçi halklara düşman olduğu gibi, ezilenlerin, emekçilerin politik özgürlüğünü de gasp etmektedir. Politik özgürlüğün kazanımı Ermeni halkının politik, demokratik, inançsal, kültürel haklarının tanınması mücadelesini birlikte omuzlamaktan geçmektedir. Faşizm Ermeni, Kürt, Arap, Türk emekçilerine, işçi sınıfına ve tüm ezilenlere düşmanlıkta aman tanımamaktadır. Faşizme karşı mücadelede ezilen halklar tek bir cephede, ortak mücadele bayrağı altında güçlerini birleştirmelidir.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir